26 Nisan 2012 Perşembe

Milliyet Ansiklopedisi


İLK BELEDİYE İTFAİYESİ
20 Haziran 1726'da Yorkshire'ın Beverly kentinde
kuruldu. İtfaiyeciler, part-time çalışıyorlardı
ve söndürdükleri yangına göre ücret
alıyorlardı.
Tam gün mesai yapan itfaiyecilerden oluşa
itfaiye birliği, 1 Ocak 1833'te Londra'da
kuruldu. O dönemde yangın sigortası yapan
10 büyük sigorta şirketi vardı. Bu şirketler bir
araya gelerek bir itfaiye teşkilatı kurmaya karar
verdiler. James Braidwood komutasında
80 itfaiye erinden oluşan bir örgüt kuruldu.
Bu örgüt, dört bölgede 19 istasyonda hizmet
veriyordu. Çalışanlara, özel bazı durumlar hariç,
hiç izin verilmiyordu. Günlük rutin eğitim
ve tatbikatlar dışında, itfaiyeciler, günde
ortalama üç yangına gidiyorlardı.
İLK İTFAİYE ARACI
Augsburg kenti için 1518 yılında, demirci Anthony
Blanter tarafından yapıldı. Bu araç hakkında
günümüze fazla bilgi ulaşmadı. Ancak,
Augsburg Belediyesi arşivlerindeki bazı notlara
bakılırsa, büyük bir kolla su fışkırtan bu
yangın söndürme aygıtı, dört tekerlekli bir taşıyıcının
üzerine yerleştirilmişti.
İLK YANGIN SÖNDÜRÜCÜ
Alman fizikçi M. Fuches tarafından 1734 yılında
yapıldı. Bu ilk yangın söndürücü, yangın
sırasında alevlerin üzerine fırlatılmak üzere
İLK PARMAK İZLERİ
Parmak izlerinden kimlik saptanmasının sistematik
olarak kullanımı, 1858 yılında Hindistan'ın
Jagipur kentinde, William Herschel
tarafından düşünüldü. Bir devlet memuru
olan Herschel, o yılın 28 Temmuz'unda, Nista
köyünden Rajyadhar Konai adlı bir Hintli
müteahhit ile bir yol yapımı anlaşması yapmıştı.
Anlaşma kâğıdının arka yüzüne, Konai'
nin sağ elinin iç kısmının izlerini çıkarttı. Herschel,
resmi yazışmalara kendi mühürünü basmak
için yeni yaptığı bir mürekkebi kullanıyordu.
Konai'nin sağ elinin iç kısmını bu mürekkebe
batırdıktan sonra kâğıda bastırdı ve
elin bütün izi olduğu gibi çıktı. Aslında Herschel,
bu ilk denemeyi yaptığında, buluşunun
kimlik saptama açısından bir çığır açtığını bilmiyordu
ve böyle bir düşüncesi de yoktu. O
yalnızca, Bengal asıllı Hintlinin gözünü korkutmak
ve işi yarıda bırakıp kaçmasına engel
olmak amacındaydı. Ama zamanla buluşunun
önemini kavrayınca, büyük mutluluk duydu.
1859 yılı Haziran ayında Arrah Yargıcı olunca,
parmak izi çalışmalarına hız verdi. Önceleri,
dostlarının ve arkadaşlarının parmak
izlerini topluyordu. Ertesi yıl Nuddea'ya geçince,
bu kentte sahtekârlığın ve dolandırıcılığın
doruğa çıktığım gördü. O zaman, her
türlü anlaşma ve sözleşmenin parmak iziyle
onaylanmasını istedi. Ama bu isteği, Kalküta'daki
Genel Sekreterlik tarafından geri çevrildi.
1877 yılında Hoogley'e atandığında
istediği yetkiyi aldı ve parmak izinden resmi
işlemlerde yararlanmaya başladı.
Parmak izleriyle ilgilenen ilk kişi olarak tarihe geçen İngiliz
William Herschel,1858 yılında Hindistan'da müteahhit Rajyadhar
Konai ile bir sözleşme yaptıktan sonra, kendisini korkutmak
için sözleşmenin arkasına sağ elinin izini çıkarttı.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
içi tuzlu su dolu cam toplardan oluşuyordu.
Birinci Dünya Savaşı'na kadar, gazetelerde,
evlerinde çıkan bir yangını bu aygıtla söndüren
bir ailenin resmini içeren ilanlar yayınlandı.
Modern yangın söndürücülerin ilkini, 1816
yılında, Edinburgh'da George Manby yaptı.
Manby, 1813 yılında korkunç bir yangına tanık
olmuştu. Bir apartmanın beşinci katında
çıkan yangın, aşağıdan hiçbir müdahale yapılamadığı
için kısa zamanda yayılmış ve bütün
binayı kaplamıştı. O zaman Manby'nin aklına
bir şey takıldı. Eğer yangının çıktığı yerde
ilk anda müdahale edebilecek bir şeyler olsaydı,
felaket bu denli büyük boyutlara ulaşmayabilirdi.
Bunun üzerine böyle bir aygıt geliştirmek
için çalışmalara başladı. 1816 yılında, silindir
şeklinde bakırdan bir yangın söndürücü yaptı.
60 santim yüksekliğindeki bu silindirin üçte
ikisi, içinde kul bulunan suyla doldurulmuştu.
Kalan üçte birlik bölüme de basınçlı
hava sıkıştırıldı. Su, basınç sayesinde alevlerin
üzerine püskürtülüyordu. Manby'nin yangın
söndürücüsü, Long Acre'da, Hadley
Simpkin and Lott firmasınca seri olarak üretildi.
İlk birkaç yüz adetlik satıştan sonra, söndürücülere
olan ilgi azaldı. Yangın söndürücülerin
gerçek önemi, yarım yüzyıl sonra
yangın felaketlerinin yaygınlaşmasıyla yeniden
anlaşıldı.
İLK YANGIN SİGORTASI
3 Aralık 1591'de Hamburg'da imzalandı.
Yangında uğranılacak maddi zararı tazmin etmek
üzere hazırlanan bu ilk "poliçe"nin üzerinde,
101 kişinin imzası vardı. Çoğu bira
üreticisi olan bu kişilerden herhangi birisi,
yangın sonucu mal varlığını yitirirse, bu kaybı
karşılamayı taahhüt ediyordu. Bu amaçla
bir fon kuruldu ve düzenli olarak fona aidat
yatırıldı. 1637 yılından itibaren bu fon, Kent
Meclisi'nin denetimine geçti.
İLK FLORESAN LAMBA
ABD'nin Ohio eyaletinin Nela Park kentinde,
General Electric Co. tarafından geliştirildi
ve 1935 yılının Eylül ayında, Cincinnati'de
yapılan Aydınlatma Mühendisliği Derneği'nin
yıllık toplantısında tanıtıldı. 60 santim uzunluğunda,
yeşil ışık veren tüp, "büyük umut vaat
eden bir deneme" olarak kamuoyuna
takdim edildi.
Bu tür lambaların ilk pratik kullanımı, 23
Kasım 1936 günü, ABD Patent Bürosu'nun
yüzüncü yıldönümü nedeniyle Washington'
da verilen bir akşam yemeğinde, yemek salonunun
aydınlatılmasıyla yapıldı,
Floresan lambaları, 1 Nisan 1938'den itibaren
hem General Electric, hem de Westingbouse
firmaları tarafından piyasaya sunuldu.
General Electric markalı floresanlar, üç ayrı
güç ve boyda pazarlandı. 15, 20 ve 30 watt'
lık lambaların boyları 45, 60 ve 90 santim, fiyatları
ise 1.5 ve 2 dolar arasında değişiyordu.
İLK TOTO OYUNU
1922 yılında, İngiltere'nin Birmingham kentinde,
John Jervis Barnard tarafından oyna-
Cam ve metal karışımı bu şırıngaların yerini, bugün plastik
şırıngalar aldı.
İLK ŞIRINGA
19. yüzyılın ortalarından itibaren, birçok doktor,
ucunda sivri bir iğne olan cam şırıngalarla
hastalarına bazı ilaçlar vermeye başladılar.
Bu aracı ilk kez kullanan hekim olarak
Fransız cerrahı Charles Gabriel Pravaz kabul
edilir. Pravaz, kullandığı bu şırınga ile, hastaya
deri altından verdiği ilacın, ağızdan alınan
ilaçlara oranla çok daha çabuk kana
karıştığım ve daha etkin olduğunu anlamıştı.
Daha sonraları, cam ve metal şırıngalar yapıldı.
Bunlar, kullanılmadan önce sterilize
edilmek için kaynatılıyordu. İğnelerin de kaynatılması
gerekiyordu. Ayrıca, zaman zaman
uçlarının kütleşip kütleşmediğine bakmak zorunluydu.
Bugün ise bir kez kullanıldıktan
sonra atılabilen plastik şırıngalar yaygınlaştı.
115
http://groups.google.com/group/merakediyorum
tıldı. Bu amaçla tek odalı bir büro tutan
Barnard'ın düzenlediği bahisin ilk kuponunda,
altı karşılaşmanın galibini bilmek gerekiyordu.
1938 yılına kadar bu oyunu sürdüren
Barnard, kuruluşunu o yıl David Cope'a
devretti.
Gerçi Barnard, bu oyunun mucidi olarak
bahisçilikten fazla bir şey kazanamamıştı ama,
kendisini taklit edenler, bu konuda ondan çok
daha şanslı çıktılar. Bunlardan John Moore,
"ilk toto milyoneri" oldu. 1923 yılında Liverpool'da
telgraf memurluğu yaparken eline
Barnard'ın kuponlarından birini geçiren Moore,
iki arkadaşıyla birlikte bu işten ne kadar
para kazanabileceklerini hesaplamaya başladı.
Sonunda 4 bin kupon bastırarak, kendi firmalarını
kurdular. Moore, iş tutmazsa telgraf
şirketindeki görevinden olmamak için kuponların
üzerine ismini yazdırmadı ve "Little
Wood" takma adını kullandı. İlk kuponlarını,
işe aldığı çocuklar aracılığıyla Manchester
United Stadı'nda dağıttırdı. Ne var ki, yalnızca
35 kişi kupon aldı ve bu ilk bahiste kazanan
kişiye yalnızca 2 pound verildi. Çok geçmeden,
Moore'un iki ortağı işten çekildiler. Ama
o, yılmadan devam etti ve birkaç yıl sonra ilk
bir milyonunu kazandı.
Savaş öncesi futbol bahislerinde ödenen
en büyük ikramiye, dörtlü bir bahiste kazanıldı.
30 bin 780 pound tutarındaki bu büyük
ikramiyeyi 1937 yılı Nisan ayında R. Levy aldı.
Altı maçlı bir bahiste verilen en büyük ikramiyenin
sahibi ise 7 Kasım 1950'de 104 bin
990 pound kazanan Bayan Knowlson oldu.
İLK DOLMAKALEM
1656 yılında, Paris'e giden iki Hollandalı gezgin,
geri döndüklerinde, bu kentte harika bir
buluş gördüklerini söylediler. Bu harika buluş,
bir dolmakalemdi. Kendi mürekkebini
içinde taşıyan bu gümüş kalem, o yıl Paris'te
10 franga satılıyordu. İngiltere'de ilk dolmakalem
ise 1663 yılında William Coventry tarafından
kullanıldı.
İLK DONDURULMUŞ GIDA
Ayrı ayrı paketlenmiş ürünler halinde Clarence
Birdseye tarafından geliştirildi ve 6 Mart
1930'da, ABD'nin Massachussets eyaletinin
Springfield kentinde 10 ayrı mağazada satışa
sunuldu. Birdseye, 1912 ile 1915 yılları arasında
Labrador'da balıkçılık üzerine araştırmalar
yapan bir ABD heyetine katılmıştı. O
zaman, bazı gıdaların derin dondurucularda
116
dondurularak uzun süre korunabileceği düşüncesi
kafasında yer etti. Birdseye, konuya
ilişkin notlarında şunları yazıyordu:
"Bazı yerlilerin, sıfırın altında 50 derecede
balık avladıklarını gördüm. Balıklar, sudan
çıktıkları anda donuyorlardı. Aylar sonrabuzlar
çözüldüğünde, bu balıklardan bazıları hâlâ
canlıydı."
Birdseye, Labrador'dayken balıkları ve
sebzeleri su dolu kaplar içinde dondurarak taze
bir biçimde saklamayı öğrenmişti. 1924 yılında
Gloucster'de "General Seafoods Corp."
adında bir firma kurarak bu işi ticari olarak
yapmaya karar verdi. Ancak şirketi, beş yıl
sonra 22 milyon dolar karşılığında Postum
Co.'ya devretti. Yapılan anlaşma gereği, Birdseye
sözcüğü iki ayrı sözcük halinde (Brids Eye)
şeklinde mamullerin üzerine yazılacak ve bu
alamet-i farika olarak kullanılacaktı.
Önceleri, donmuş besinlerin perakende satışında
hayli zorluk çekildi. Ambalajların soğutucu
dolaplar içinde saklanması gereği,
müşteriler tarafından kolay görülemiyorlardı.
Ayrıca ev hanımları, bu tür besinlere henüz
alışkın değillerdi. O yıllarda çekilen
zorluğu, bir tezgâhtarın, "35 sentlik bir paketi
bir hanıma tanıtıp satabilmem için tam beş
dakika uğraşmam gerekti" şeklindeki sözleri,
çok iyi tanımlar. Ne var ki, 1933 yılında
tüm engeller aşıldı ve ABD'de donmuş besinleri
perakende olarak pazarlayan mağaza sayısı
516'yı buldu.
Önceden pişirilen ilk donmuş besinler ise,
Birds Eye tarafından pazarlanan piliç ve bifİLK
FAKSİMİLE
Radyo-link ve telefon hatları aracılığıyla resim
ve yazıları uzak mesafelere aktarmaya yarayan
faksimile aygıtları, ilk olarak gazetelere
fotoğraf ulaştırabilmek için kullanıldı. Bu yolda
ilk deneme, 1907 yılında yapıldı ve Londra'da
yayınlanan Daily Mirror Gazetesi, bu
yöntemle Paris'ten bir fotoğraf aldı. Kullanılan
aygıt, o tarihten beş yıl önce Alman bilim
adamı Prof. Arthur Korn tarafından icat edilmiş
ve ilk denemeye kadar sürekli geliştirilmişti.
1959 yılında, kısaca Faks olarak adlandırılan
faksimile yöntemi, bir gazetenin tümüyle
başka yere iletilmesinde kullanıldı. Japonya'-
da yayınlanan Asahi Shimbum Gazetesi'nin
tüm sayfaları, merkez büronun bulunduğu
Tokyo'dan 900 kilometre uzakta bulunan Saporro
kentindeki ikinci matbaaya geçildi. Büro
kullanımında, faks aygıtıyla bir daktilo
sayfası ebadındaki belgeyi, herhangi bir yere
iki-üç dakika içinde göndermek mümkündür.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK GAZ ODASI
Nevada eyaletinde, ABD Ordusu sağlık teşkilatı
görevlilerinden Binbaşı D.A. Turner tarafından,"
Bir insanı ölüme göndermek için en
çabuk ve en insanca yöntem" olarak takdim
edildi. İlk kez 8 Şubat 1924'te Carson City'
deki Nevada Eyalet Hapishanesi'nde bir Çinlinin
katili olan Gee Jon'un ölüm cezasının infazında
kullanıldı. Gee Jon, ölüm odasına
hidrosiyanik gazının verilmeye başlamasından
altı dakika sonra hayata gözlerini yumdu.
İLK GAZ OCAĞI
Isı ve ışık veren ilk aygıtın patenti, 21 Eylül
1799'da, Fransa'da Philippe Lebon tarafından
alındı. Lebon,ertesi yıl Termolamba adını verdiği
aygıtını Paris'teki Seignelay Oteli'ne taktı.
Aygıtının tanıtımını yapabilmek için masrafları
da kendisi üstlendi. Isıtma işlevinin dışında
aydınlatma aracı olarak da kullanılabilen
Termolamba yaydığı kötü koku yüzünden fazla
tutulmadı. Her şeye rağmen Lebon, 1804
yılında Napoleon'un taç giyme töreni sırasında
ve daha sonraları aygıtını geliştirmek için
çalışmalarını sürdürdü.
İLK GAZ SOBASI
Ticari açıdan kullanılabilirliği olan ilk gaz sobası,
Northampton Gaz Şirketi'nin Müdür
Yardımcısı James Sharp tarafından geliştirildi
ve 1826 yılında Sharp'ın Northampton'daki
evinin mutfağına takıldı.
Satış amacıyla üretilen ilk modeller de 1834
yılında Bath ve Angel otellerine takıldı.
İLK GARAJ
Motorlu araçların muhafaza edilmesi amacıyla
yapılan ilk garaj, 1899 yılında, Dr. W. W.
Barrett tarafından İngiltere'nin Southport
kentinde yaptırıldı. Dr. Barrett'in garajı, evinin
hemen yanı başındaydı ve bir ara kapıyla
iki arabasının bulunduğu garaja kolayca geçilebiliyordu.
1898 model Daimler ve yine
1898 model Knitley Victoria marka iki arabası
olan Dr.Barrett, İngiltere'nin iki arabalı ilk kişisiydi.
Aynı zamanda arabaları kaldırmak
için ilk pratik krikoyu icat ederek tarihe geçti.
1899 yılının Aralık ayında, F. Jazkson,
müşterilerinin gereksinimlerini karşılamak üzere,
Oxford Caddesi'ndeki Soho Pazarı'nda ahşap
bir garaj inşa ettirdi.
İLK ÇİT
Taş devri insanı, tarımla ve hayvancılıkla uğraşmaya
başladığı andan itibaren ekili tarlalarını
ve evcil hayvanların bulunduğu yerleri,
yabancılardan ve vahşi hayvanlardan korumak
için, bir sınırla çevrelemek gereğini duydu.
Ancak, genellikle ağaç dallarından yapılan
bu ilk çitlerden günümüze kadar ulaşabilen
fazla bir örnek kalmadı. M.Ö. 1. yüzyılda,
Romalı General Julius Caesar, İngiltere'de ve
Avrupa'nın öteki ülkelerinde kullanılan çitleri
görerek, bunları ülkesine getirdi. Daha sonra,
dikenli teller bulunarak çeşitli biçimlerde
dünyanın çeşitli yerlerinde kullanıldı.
İkinci Dünya Savaşı'nda sonra, bazı uygar
ülkelerde, koyun ve sığır sürülerinin etrafına
elektrikli çitler gerildi. Bu çitlere verilen
akım öldürücü değildi. Yalnızca, tutunup üzerinden
aşmaya çalışan insan ya da hayvanı bayıltıyordu.
ATEŞ YAKMAYA YARAYAN
İLK AYGITLAR
İnsanın ateşle ilk kez ne zaman tanıştığı, kesin
olarak bilinememektedir. Ancak, 1929 yılında
Pekin'in 45 kilometre uzağındaki
Choukontien mağarasında 500 bin yıl öncesine
ait bir insan kalıntıları bulunduğunda, bu
insanın yanında bazı yanmış cisimlere de rastlandı.
Bilim adamları, bu insanın ateşi tanıdığını,
ancak onu yakmayı bilmediğini ve
alevlerin doğal olaylar sonucu onun hayatına
girdiğini kabul ediyorlar.
İsa'nın doğumundan 12 bin yıl önce, Taş
Devri insanı, çakmak taşlarıyla ateş yakmayı
öğrendi. Bu buluşu, birbirine çarpan iki çakmak
taşından çıkan kıvılcımın yerdeki kuru
otları tutuşturmasıyla bir rastlantı sonucu yaptığı
sanılıyor. 4 bin yıl sonra, Taş Devri insanı,
bir odun parçasını bir başka tahtanın
üzerine hızla sürterek ateş yakmayı kolaylıkla
beceriyordu.
Ortaçağ'la birlikte, insanoğlu kav çakmağını
geliştirdi ve bu yöntem, en yaygın ateş
yakma tekniği olarak dünyaya yayıldı. 14.
yüzyılda sodyum nitrat ve alkol karışımına batırılarak
kurutulmuş çubuklarla, ilk kibrit benzeri
ateş yakma aygıtları üretildi.
1827 yılında İngiliz kimyageri John Walker,
küçük tahta parçalarının uçlarını antimon
sülfit, potasyum klorat ve arapsakızı karışımına
batırarak ilk kibriti yaptı.
1830 yılında Fransa'da Charles Sauria,
117
http://groups.google.com/group/merakediyorum
fosfor kullanarak bir kibrit üretti. Ama, kullanılan
maddenin zehirli olması nedeniyle, daha
üretim aşamasında 20 kişi hayatını
kaybetti. 20 yıl sonra, İsveçli bilim adamı
John Lundstron, Sauria' nın yöntemini güvenli
hale getirdi.
1909 yılında benzinli çakmaklar yapıldı.
1945 yılında da bütangazıyla çalışan çakmaklar
geliştirildi. Bugün çok yaygın olan manyetolu
ve pilli çakmaklarla ilgili çalışmalar
ise, daha 1880 yılında Fransız fizikçileri Pierre
ve Paul-Jacques Curie tarafından başlatıldı.
İLK BALIK ÇİFTLİĞİ
İlk balık çiftliği, günümüzden 5 bin yıl önce
Çin'de kuruldu. Nehirlerde yakalanan sazan
ve kefal balıkları, yapay havuzlara canlı olarak
getirildi ve buralarda çoğaltıldı.
Avrupa'da balık çiftlikleri, ilk kez Romalılar
tarafından kuruldu. Ortaçağ'a gelinceye
değin, Avrupa'da bu çiftlikler çok yaygınlaşmamıştı.
Ortaçağ'la birlikte özellikle büyük
manastırların yörelerinde besin gereksinimini
karşılamak için balık üretimi başlatıldı. Ancak,
19. yüzyıldan itibaren Avrupa'da yeni
açılan yollar aracılığıyla deniz kıyılarına ulaşım
kolaylaştı ve insanlar balık gereksinimlerini
denizden karşılamaya başladılar. Bunun
üzerine balık çiftliklerine duyulan ilgi, yeniden
azaldı.
1960'lı ve 1970'li yıllarda denizlerdeki baİLK
GÜBRELEME
Yeryüzünde tarım ilk kez, Mezopotamya'da,
Fırat ile Dicle nehirlerinin arasında yapıldı.
Son derece verimli olan bu topraklan doğa,
kendiliğinden gübreliyordu. Bu nedenle doğa,
bu yörede M.Ö. 2500 yıllarında başladı ama,
- nehirlerin sulamadığı yerlerde insanların gübre
gereksinimleri M.Ö. 900 yılında başladı.
Yunanlılar, ektikleri alanlardan daha iyi
ürün almak için insan ve hayvan ölülerini,
özellikle üzüm bağlarının altına gömerek, gübrelemeyi
sağladılar. Ayrıca, asmaların dibinde
kestikleri hayvanların kanlarıyla toprağı
beslediler. Ayrıca başta at, inek ve koyun olmak
üzere çeşitli hayvanların dışkıları da yüzyıllar
boyunca gübre olarak kullanıldı.
insanlar,
yüzyıllar
boyunca
başta at,
inek ve
koyun olmak
üzere bazı
hayvanların
dışkılarından
gübre olarak
yararlandılar.
18, yüzyılda
İngiltere'de
basılan bir
kitaptan alınan
bu resimde de,
ahırlardan
alınan hayvan
pislikleri bir
fırından
toplanırken
görülüyor.
16. yüzyıldan itibaren Avrupalı bilim
adamları, bitkilerin büyümelerindeki gizemi
anlamak için çalışmalara başladılar. Kimileri,
bitkilerin beslenmesinde en önemli unsur
olarak suyu görüyor, tüm besinlerin su yoluyla
bitkiye ulaştığına inanıyordu. 1700 yılında, İngiliz
jeoloji ve fizik uzmanı John Woodward,
bitkileri asıl besleyenin, sudaki insan ve hayvan
kalıntıları olduğunu saptadı.
18. yüzyıldan itibaren, tarım bir endüstri
kolu haline geldi ve bunun doğal bir sonucu
olarak yapay gübre elde etmek için çalışmalar
başladı.
19. yüzyılda Alman kimyacı Justus von Liebig
tarafından geliştirilen yapay gübre çalışmalarını,
1842 yılında İngiliz bilim adamı Sir
Johu Bennet Lawes sonuçlandırdı ve tarımda
yeni bir çığır açıldı.
118
http://groups.google.com/group/merakediyorum
lık yataklarında görülen azalma, taze balık fiyatlarının
hızla artmasına yol açtı. Böylece,
Avrupa ve Amerika'da balık çiftlikleri yeniden
gündeme geldi. Bugün, Batı Avrupa'da
ve İngiltere'deki balık çiftliklerinde yılda 100
bin ton balık üretilir. Bu rakam, tüketimin
yalnızca yüzde birini karşılar.
İLK BALIK AĞI
Günümüzden 12 bin yıl önce, Filistinli balıkçılar
tarafından uçlarına taş bağlanarak ağırlaştırılan
balık ağları kullanıldı. Bu ilk ağlar,
asma dallarından yapılan iplerle hazırlanıyordu.
2 bin yıl sonra, Afrika, Amerika ve Güneydoğu
Asya'da balkabağı saplarından
yapılan ağlar kullanılmaya başlandı.
13. yüzyılda, Portekizli balıkçılar, sığ kıyılarda
ağ serperek avlanıyorlardı. 1500'lü yıllarda
da Japon balıkçılarının, ağlarla çok
büyük balinalar avladıkları biliniyor.
BAYRAKLA İLK HABERLEŞME
1400 ve 1600 yılları arasında, tam 200 yıl boyunca,
donanma komutanları, filolarındaki
gemilere belirli mesajlar göndermek için ya
ateşli silahlar kullanarak işaret verirler, ya da
kendi gemilerini önceden saptanmış doğrultularda
hareket ettirerek ne demek istediklerini
anlatmaya çalışırlardı.
1777 yılında Amerikan karasularında seyreden
İngiliz Donanması'nın komutanı Amiral
Richard Howe, bayrakla haberleşme
yöntemini buldu. Bu yönteme göre, her harf,
belirli bir bayrak işaretiyle gösterilebiliyordu.
Amiral Home Popham, bu bayrak alfabesini
daha kolay hale getirdi. 1805 yılında yapılan
Trafalgar Deniz Savaşı'nda, Amiral
Nelson, ölmeden hemen önce bayrak işaretleriyle
donanmasına şu emri veriyordu: "Düşmana
daha çok yaklaşın".
1817 yılında, İngiliz Kraliyet Donanması'ndan
Yüzbaşı Frederick Marryat, uluslararası
bir bayrak alfabesi geliştirdi ve bu alfabe
tüm uluslar tarafından kabul edildi. Günümüzün
gelişmiş haberleşme sistemlerine rağmen,
bayrak haberleşmesi hâlâ geçerlidir.
İLK ALEV TABANCASI
M.S. 674 yılında bir Bizans filosu, "alev püskürten
tüpler" yardımıyla, Arap gemilerinden
oluşan bir filoyu yok etmeyi başardı. Ancak,
bu tüpler ve çalışma sistemim gösteren formüller,
daha sonra ortadan kayboldu.
İlk etkin ve modern alev püskürtücüleri,
I. Dünya Savaşı sırasında ortaya çıktı ve Almanlar
tarafından Fransızlara karşı kullanıldı.
Batı Cephesi'nde kullanılan ve Flammenwerfer
denilen bu silahlar, biri basınçlı nitrojen,
diğeri de benzin dolu iki tüpten oluşuyordu.
Nitrojenin ileriye doğru fırlattığı
benzin, özel bir mekanizmadan geçerken alev
alıyordu.
İLK MİKSER
1904 yılında, küçük bir elektrik motoru, birbirinden
çok farklı iki endüstride karıştırıcı ve
çırpıcıları karıştırmak için kullanıldı.
Bu işkollarından biri kimya endüstrisi idi
ve mikserler, deney tüplerinin içindeki kimyasal
maddeleri karıştırmak için kullanılıyordu.
İkinci işkolu ise ABD'de henüz yeni yeni
yaygınlaşmaya başlayan süt sanayii idi. 1904 yılında
Londra'da yayınlanan kataloglarda Townson
and Mercer firması tarafından üretilen
kimyasal karıştırıcıların tanıtımı yapılırken,
ABD'nin Wisconsin eyaletinde de George
Schmidt ve Fred Osius tarafından da süt sallayıcıları
ve karıştırıcıları üretiliyordu.
İLK KALE AĞI
John Brodie adında bir İngiliz, 1888 yılında,
bir gün Liverpool'da bir maça gitti. Ancak hakem,
maçın yönetimini elinden kaçırınca, Brodie'nin
de bütün keyfi kaçtı. İki gol kararı
vardı ve bunlar tartışılabilir durumlardı. Brodie,
yanındaki arkadaşına döndü ve "Var mısın
iddiaya?" dedi. "Ben bu sorunu
çözeceğim. Öyle bir şey yapacağım ki, bundan
sonra goldü, değildi tartışmaları olmayacak."
Maç bitmeden, bugün kullanılan kale ağları,
Brodie'nin kafasında şekillenmişti. Böyle
bir uygulamayla, gol olup olmadığı tartışmasız
bir biçimde anlaşılabilirdi.
Buluşunun ilk denemesini 1890 yılının ilk
günü Bolton Wanderers Stadı'nda oynanan
maçta denedi. Sonuçtan, başta Brodie olmak
üzere herkes memnundu.
İLK ÇATAL
Çatal ilk kez olarak 11. yüzyılda, İtalya'da
meyve yemek için kullanıldı. 1450'li yıllardan
itibaren de, et yemeklerinde kullanılmaya başlandı.
İngiltere'deki yemek masalarına ulaşması
ise, ancak 1620'li yıllarda oldu.
119
http://groups.google.com/group/merakediyorum
19. yüzyılın başına gelinceye değin, çatallar
iki dişliydi. Daha sonra üç dişli çatallar
moda oldu. 1880 yılından itibaren de dört dişli
çatallar kullanılmaya başlandılar. İngiliz gemiciler
ise, "erkekliğe yakıştıramadıkları" için
1900 yılına kadar çatala el sürmediler.
İLK FÜNYE
1400'lü yıllarda, Avrupa'da madenlerdeki patlayıcıları
ve bombalan ateşlemek için yavaş yanımlı
fitiller kullanılırdı. Bunların uzunluğu,
istenilen zamana göre ayarlanabilirdi. 300 yıl
sonra, bu kibrit-fitillerin yerini, içi barut dolu
tüpler aldı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında fünyeler daha
da gelişti. Özellikle uçaksavarlarda, hedefin
yaklaştığını radyo sinyalleriyle algılayarak
bombayı ateşleyen fünyeler kullanıldı. Bugün
uzaktan kumanda ile harekete geçirilen fünyeler
ve hedefin yaklaştığım anlayarak kendiliğinden
harekete geçen fünyeler de bulunmaktadır,
İLK HEDİYE KUPONU
Sabun tüccarı Benjamin Talbert Babbit, 1865
yılında New York'ta ilk armağan kuponunu
verdi. Babbit'in bundan amacı, ürettiği sabunların
satışını artırmaktı. Bu nedenle, sabunların
ambalajlarında bulunan kuponlardan
10 tane getiren müşteriye, güzel bir tablo
armağan ediyordu.
Zamanla bu uygulama, epeyce yaygınlaştı.
Çeşitli firmalar, değişik sayıda kupon karşılığında
değişik armağanlar veriyorlardı.
Örneğin, 1896 yılında yayınlanan "Tobacco"
dergisinde, şu satırlar vardı:
"Amerikan sigara şirketleri arasında
önde gelen isimlerden biri olan 'Old Honesty',
paketlerin içinden çıkan kuponlardan 1500
adet getiren her müşterisine bir bisiklet armağan
ediyor. 500 kupon toplayabilen müşteriler
ise, yalnızca bir saatle yetinmek
zorundalar."
KÖRLER İÇİN
İLK REHBER KÖPEKLER
1916 yılında Avusturya'da ve Almanya'da, tarihte
ilk kez körler için rehber köpekler eğitildi.
Projenin fikir babası, Stettin'deki
Frauendorf Sanatoryumu'nun yöneticisi Dr.
Gorlitz idi. Dr. Gorlitz'in hastalarından biri,
120
genç Dır Alman subayıydı. Bilinci pek yerinde
olmayan bu genci, Dr. Gorlitz, ara sıra yürüyüşe
çıkarıyordu. Bir gün, yürüyüşün tam
ortasında doktor acil olarak sanatoryumdan
çağrıldı ve genç subay, yoluna tek başına devam
etmek zorunda kaldı. Yanında, doktorun
"Excelsior" adlı Alsas türü köpeği vardı. Hasta
gencin çektiği zorluğu gören Excelsior, ansızın
ok gibi yerinden kalktı ve sanatoryuma
gitti. Az sonra aynı hızla geldiğinde, ağzında
Alman subayının bastonu vardı. Doktor Gorlitz,
hastasını bıraktığı yere döndüğünde, köpeğinin
onu yavaş yavaş sanatoryuma doğru
götürmekte olduğunu gördü. Bu manzara,
doktora ilham verdi. Bu denli zeki köpekler
bir araya getirilerek eğitilebilirse, körler çok
iyi birer kılavuz kazanmış olurlardı. 1916 yılında
bu konuda ilk deneyler yapıldı ve başarılı
sonuç alındı. 1. Dünya Savaşı'nın hemen
ardından da Potsdam'da sürekli bir "köpek
eğitim kampı" kuruldu.
İLK SİLAHLAR
Silahlara ilişkin ilk inandırıcı belgeler, 1326 yılına
aittir. O yıl, Kral III. Edward'ın, 'Walter
de Milimete" adıyla yazdığı "Kralların
Görevlerine Dair" (De Officiis Regum) adlı
kitapta, bir masanın üzerine monte edilmiş
güçlü bir silahın çizimleri yer aldı. Vazo biçimindeki
bu silah, ucu iyi kızdırılmış bir demir
çubukla ateşlendi ve dört dilli bir ok
fırlattı. Norfolk'ta Holkham Hall'da bulunan
ve 1326-1327 yıllarına ait olduğu saptanan bir
başka belgede de, bu silahın daha gelişmiş bir
türünün çizimleri vardı.
Çinlilerin ve Hindistanlıların Avrupalılardan
çok daha önce ateşli silahlara sahip olduğuna
ilişkin iddiaları kanıtlayan yazılı belgeler,
hâlâ bulunamadı. Bu söylentiler, eski Doğu
edebiyatından kaynaklanmaktadır. Ateşli silahlar,
ilk kez 1520 yılında Çin'e Portekizliler
tarafından tanıtıldı.
Bir savaş sırasında topların ilk kullanılması
ise, 1331 yılında İtalya'da yaşandı. "Cividale"
yi kuşatan Almanlar, bu İtalyan kentini
top ateşine tuttular.
İLK JİMNASTİK MAYOSU
1892 yılının Ekim ayında Hamstead'da
Bergman-Osterberg Beden Eğitimi Koleji öğrencilerinden
Margaret Tait, tarihte ilk jimnastik
mayo modelini çizdi. Bu mayoyu ilk
giyen ise, aynı okulun öğrencilerinden Anna
Pagan'dır. Bu mayo, genç kızlara, bazı beden
eğitimi hareketlerini rahatlıkla yapabilme olanağı
sağladı. Zira, o güne değin giydikleri elhttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
Allison Cargill, 1908 yılında, Glascon'da "Cuckoo Patrol of Girl Scouts" adıyla ilk kız izci birliğini kurdu.
İLK KIZ İZCİ
Sir Robert Baden-Powell'ın erkek izciler için
yaptığı yayınların etkisiyle kurulan ilk kız izcilerle
ilgili kayıt, 1908 yazına aittir. Glaskowlu
bir kız öğrenci Allison Cargill, "Cockoo
Patrol" adlı kız izciler birliğini kurdu. Önceleri
Cargill'den başka hiç kimse, projeyle ilgilenmedi.
Ancak, 1909 sonbaharında, kız izci
teşkilatına olan ilgi arttı ve Cargill'in birliği,
I. Glaskow İzciler Birliği'nin himayesi altına
alındı. William B. Headow da, oymak başkanlığına
getirildi. Kızlar, izci kemeri ve izci
rozeti taktılar. Ayrıca, hâki renkli bir fular
takmalarına da izin verildi. Özellikle cumartesi
günleri öğleden sonraları bir araya gelerek
çeşitli atletizm yarışmaları yaptılar ve
doğal yeteneklerini geliştirdiler.
biseler, vücutlarına diledikleri biçimi
verebilmelerine engel oluyor, bu da hareketlerinin
çeşitliliğini sınırlıyordu.
PLANÖR KULLANAN İLK KADIN
Avustralyalı amatör bilim adamı ve ozan George
Augustus Taylor'un eşi Bayan Florence
Taylor, planör kullanan ilk kadın olarak tarihe
geçti. Bayan Taylor, eşinin yaptığı planörle
1909 yılının Aralık ayında New South
Wales'deki Narrabeen Plajı üzerinde uçtu.
Kanadalı opera şarkıcısı Lissaint Beardmoreda,
19 Haziran 1931 günü İngiltere'nin
121
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Lympne yöresinden Fransa'nın Saint-Inglevert
Havaalanına uçarak Manş Denizi'ni planörle
aşan ilk insan oldu.
İLK ALTIN PLAK
Altın plak, 1 milyondan fazla satan plakları
seslendiren sanatçılara verilir. Bu plağın ilkini
"Chattanooga Choo Choo" adlı plağı için
Glen Miller aldı. Miller, şarkısını ilk kez 1941
yılında çekilen "Sun Valley Serenade" adlı filminde
okumuştu. RCA şirketi, aynı yıl şarkıyı
plak yaptı. Satış miktarı, birkaç ay içinde
yedi basamaklı sayılara ulaştı. Bunun üzerine
RCA şirketi, plağın "altın" bir kopyasını
bastırarak 10 Şubat 1942 günü Chesterfield'da
da düzenlenen bir törenle "Glen Miller"a
sundu.
122
İlk kez hangi plağın satışının 1 milyonun
üzerine çıktığı ise kesin olarak bilinmiyor. Ancak,
eldeki birtakım kanıtlar, ünlü opera sanatçısı
Caruso'nun doldurduğu "Vesti la
Giubba" adlı şarkının 1 milyonun üzerine çıkan
ilk plak olma şansını güçlendiriyor. Pagliacci'nin
bestesi olan bu şarkıyı Caruso ilk kez
12 Kasım 1902'de Londra'da Gramophone
Co. şirketi için plağa okudu. Daha sonra 1907
yılında RCA için yeniden plağa alındı. Bu
ikinci baskının, 40 yıl içinde 1 milyondan fazla
sattığı sanılıyor.
1 milyonun üzerinde satış yapan ilk uzunçalar
ise Decca plak şirketi tarafından 1949 yılında
kaydedilen "Oklahoma" adlı
müzikaldir. Rodgers ve Hammerstein tarafından
seslendirilen bu plak, 1956 yılında 1 milyon
750 bin adetlik satış rakamına ulaştığında,
henüz 1 milyona ulaşan bir uzunçalar yoktu.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Mechanics
Magazine
dergisinde yayınlanan
planlarda, Cacley'in planörü, üstten ve yandan
gösteriliyordu. Yandan bakıldığında,pilotun üç
tekerlekli bir arabaya bindiği görülüyordu.
İLERİYE DOĞRU HAVALANAN
İLK HELİKOPTER
Böyle bir helikopterle ilk uçuş, 14 Nisan 1924
günü, Fransız Etienne Oehmichen tarafından
gerçekleştirildi. Oehmichen'in iki pervaneli helikotperi,
180 beygir gücündeki Rhone marka
bir motorla çalışıyordu. 393 metrelik uçuş
menzili, Uluslararası Havacılık Federasyonu
tarafından ilk helikopter rekoru olarak tescil
edildi.
Tam kalkış yaparak ileriye doğru uçabilen,
gerektiğinde havada durabilen ve makul bir hıza
ulaşabilen helikopter, çizimleri Louis Breguet
ve Rene Dorand tarafından yapılan
"Gyroplane Laboratoire" adlı araçtır. İlk
uçuşunu 26 Haziran 1935'te yaptı. Üzerinde
420 beygir gücünde, Hispano-Wrihgt marka
motor vardı. 22 Aralık 1935 günü, saatte 67
Bu planörle ilk deneme, ertesi yıl yapıldı.
Sir George Cacley'in arabacısı Brompton
Hall'daki küçük vadi üzerinde bir süre uçarak,
tarihin ilk uçuşunu gerçekleştirdi. O yıl
10 yaşında olan Cacley'in kız torunu George
Thompson, aradan 70 yıl geçtikten sonra bu
denemeyi şu sözlerle anlattı:
"Herkes, sağdaki tepelerdeydi. Kalkışı çok
yakından gördüm, Arabacı planöre bindi ve
batıya doğru uçtu. Az sonra dedeme bağırdığını
duydum: 'Lütfen Sir George... Lütfen
efendim... Ben araba kullanmak için geldim
yanınıza... Uçmak için değil!' "
2 Kasım 1921 yılında J.E. Hodgson'a yazdığı
bir mektupta Bayan Thompson, uçuş mesafesinin
yaklaşık 250 metre olduğunu
belirtiyor, sonra da planörün yere çakıldığını
yazıyor. Havacılık tarihinin bu ilk pilotunun
adı, kesinlikle bilinmemekle birlikte, Sir George
Cacley'in evindeki belgeler üzerinde yapılan
incelemelere göre, arabacının adının
büyük bir olasılıkla John Appleby olduğu sanılıyor.
mil ile hız rekoru, 22 Eylül 1936'da da 172
metre ile yükseklik rekoru kırdı. 24 Kasım
1936'da bir saati aşkın bir süre havada kalarak
ayrı bir rekorun sahibi oldu. Savaş sırasında
da Villacoublay Hava Üssü'nde gelişimini
sürdüren bu helikopter, 1943 yılında
Müttefikler tarafından yapılan bir hava saldırısında
parçalandı.
Üretim aşamasında, çalışacağına emin
olunduğu için denemesiz olarak hizmete sunulan
ilk helikopter de, Dr. Heinrich Focke
tarafından planlan çizilen "Focke-Wulf
61"dir. İlk uçuşunu Bremen'de 6 Haziran
1936'da gerçekleştirdi. 1937 yılında Breguet-
Dorand'a ait tüm rekorları eline geçirdi. Saatte
76 mil hıza ulaştı. 2 bin 666 metre yüksekliğe
çıktı. İ saat 20 dakika 30 saniye havada
kaldı ve 50 mil uçtu. Kamuoyunun helikopterler
üzerine asıl ilgisini Hanna Reitsch adlı
kadın pilot çekti. Bayan Reitsch, 1938 yılın-
123
İLK PLANÖR
İnsan taşıyabilecek büyüklükteki ilk planör,
İngiltere'de Sir George Cayley tarafından
planlandı ve 15 Eylül 1852 günü yayınlanan
"Mechanks " dergisinde tanıtıldı. Uçurtma
şeklindeki aracın bir de kuyruğu vardı. Kanat
yüzölçümü 46.5metrekare, ağırlığı ise yaklaşık
150 kiloydu. Pilot, gövdenin altındaki üç
tekerlekli bir taşıyıcıya biniyordu.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
1906 yılında İngitere'nin Caister yöresinde J.Fletcher-Dodd tarafından açılan ve modern anlamda ilk tatil kampı olan "Sosyalist
Tatil Kampı"nın 1920'li yıllarda çekilmiş bir fotoğrafı...
İLK TATİL KAMPI
Modern anlamda ilk tatil kampı, 1906 yılında
J. Fletchen-Dodd tarafından Caister'de
açıldı. Adı, "Dodd'un Sosyalist Tatil Kampı"
idi. Gerçi halen Isle of Man'de faaliyetim sürdüren
Douglas Tatil Kampı, 1900 yılında açıldığı
için türünün ilk örneği olduğunu ileri
sürebilir ama, bu kampa, İkinci Dünya Savaşı'nın
sonuna kadar yalnızca erkekler alınıyordu.
Dodd'un kampına ait bugün elimizde olan
en eski broşür, 1914 tarihini taşıyor. Bu broşürden
anlaşıldığına göre, kampta 200 kişilik
bir yemek salonu bulunuyordu. Güzel havalarda
yemek servisi, açık havada yapılıyordu.
Ayrıca, bir karanlık odası, bisiklet pisti, çiçek
bahçeleri, okuma odası, nefis bir plajı ve bir
mağazası vardı. Bu mağazada, plaj giysileri,
tütün, bisküvi, soda, gazete ve kartpostal satılıyordu.
İçinde bir de piyano bulunan yemek
salonu, öğün saatlerinin dışında amatör tiyatro
gösterileri, konferanslar, münazaralar ve
kıyafet baloları için kullanılıyordu. Ayrıca,
açık havada tenis ve kriket karşılaşmaları, piknikler
ve araba turları düzenleniyordu.
Kampa gelen aileler, nüfuslarına ve ekonomik
durumlarına göre iki ya da dört kişilik
çadırlarda veya branda bezinden yapılan
çadır-evlerde kalabiliyorlardı.
Kampta çıkan yemekler, 20. yüzyılın başlarındaki
sosyalizm anlayışına ters düşmeyecek
şekilde düzenleniyordu.
Alkollü içkilerin yasaklandığı kampta, denize
girenler, mutlaka yönetmelikte belirlenen
örneğe uygun mayolar giymek zorundaydılar.
Gece. 11'den sonra yüksek sesle konuşanlar,
derhal kamptan atılıyordu. Ayrıca kamp sakinleri,
idarenin günlük bazı işlerine de yardımcı
olmak zorundaydılar.
Kimi zaman, sosyalist bir kampta kalmak
düşüncesinden rahatsız olan konuklar da çıkmıyor
değildi ama Bay Fletcher-Dodd, "Burada
her tür düşünce temsil edilir" diyerek
onları rahatlatıyordu. 1920 yılında kampın kapasitesi
300 kişiye çıkarıldı. Ayrıca, bazı ilave
sosyal tesisler yapıldı. 10 yıl sonra kamp,
bir kez daha genişletildi ve yeni eklentiler görüldü.
Bu arada Bay Dodd da hayli yaşlanmıştı
ama, disiplinli yönetimi eskisinden de
sıkı bir biçimde sürüyordu.
124
http://groups.google.com/group/merakediyorum
da, Berlin'deki Deutschlandhalle'de büyük bir
dinleyici kitlesinin önünde, "FW-61"in tüm
yeteneklerini sergileyen bir konuşma yaptı.
İLK YARIM TON BASKI İŞLEMİ
Fotoğrafta, yarım ton baskı işleminin mucidi,
İsveçli Carl Gustaf Wilhelm Carleman'dır.
Carleman, geliştirdiği bu yeni tekniğin ilk örneklerini,
1871 yılı Mayıs ayında Stockholm'
de yayınlanan Photography by Typhographic
Printing Press'te sergiledi. Bunların içinde en
ilgi çekeni, iki kadın ve bir çocuğu göl kıyısında
yürürken gösteren fotoğraf oldu. Carleman'ın
yarım ton sistemiyle günümüzde
kullanılan modern sistemi arasındaki tek fark,
bugün yarım ton resimlerde, anlatımı daha da
güçlendirmek için noktalar kullanılmasıdır.
Yayınladığı bir konuyu, yarım ton bir resimle
süsleyen ilk dergi, Nordisk Boktryckeri-
Tidning'dir. İsveç'te basılan bu dergideki resim
de Carleman'a aittir.
1874 yılında Le Monde Illustre ve L'Dlustration
adlı Fransız dergilerinde ilk yarım ton
portreler yayınlandı. Bunlardan biri, İsveç Askeri
Ataşesi Albay Staaf'a, diğeri de kutup
araştırmacısı Baron Nordenskjöld'e aittir.
Yarım ton resimlerle ilgili başarılar, Carleman'dan
sonra bu konuya el atan Alman
Georg Meisenbach ve Amerikalı Frederick
Ives'ın hanelerine yazılır. Ancak, bu büyük
yanlışlığın nedeni, Carleman'a İsveç dışındaki
fotoğraf tarihçilerinin yeterli ilgiyi göstermemiş
olmasıdır.
Yayınlanan ilk yarım ton renkli resim ise,
1890 Derby'sinin birincisine aittir. Land and
Water adlı Londra dergisinin Şubat 1892 sayısında
basıldı.
ELEKTRİKLİ İLK İŞİTME AYGITI
"Acousticon" adı verilen elektrikli ilk işitme
aygıtının patenti, 15 Kasım 1901 günü New
York'ta Miller Reese Hutchinson tarafından
alındı. Ertesi yıl kurulan Hutchinson Acoustic
Co. adlı şirketçe de üretimine geçildi. Aygıtın
üzerinde, el radyosu büyüklüğünde bir
pil yeri, ayrıca kulağa takmak üzere telefon
almacını andıran bir parça vardı. Acoustion'-
un ilk müşterilerinden biri, çocukluğundan beri
yarı sağır olan İngiltere Kraliçesi Alexandra
oldu. Aygıtı, 1902 yılında yapılan taç giyme
töreninde kullanan Kraliçe Alexandra, daha
sonra bu yararlı buluşun 26 yaşındaki mucidini
bir madalya ile ödüllendirdi. Hutchinson'un
ömrü boyunca patentini aldığı ve 90
civarında buluş arasında klaskon (araba kornası)
da vardı. Yakın arkadaşı Mark Twain,
bu buluştan sonra kendisine şöyle takıldı:
"İnsanları sağır etmek için klaksonu icat
ettin. Böylece hepsi de yeniden duyabilmek
için senin işitme aygıtından almak zorunda kalacaklar."
Transistörlü ilk işitme aygıtı ise ilk kez
New York'ta Sonotone Corp. tarafından üretildi
ve 29 Aralık 1952 günü piyasaya sunuldu.
İLK AMATÖR FİLM ÇEKİCİ VE
OYNATICISI
35 milimetrelik "Motorgraph" marka çekici
ve oynatıcı, 1896 yılında W. Watson and Sons
şirketi tarafından piyasaya sunuldu. Çekici
bölümünün büyüklüğü 15x10x13 santimetre
boyutlarında idi. Oynatıcı olarak kullanılacağı
zaman bir ışık kaynağına takılması gerekiyordu.
Toplayıcı makarası olmadığından, oynayan
film ya yere ya da bir kutunun içine
boşalıyordu.
17.5 milimetrelik ilk çekici ve oynatıcı, ünlü
sinemacı Birt Acres tarafından 25 Ocak
1899'da Croydon Kamera Kulübü'nde tanıtıldı.
Aynı yılın Mayıs ayında da piyasaya çıktı.
16 milimetrelik kameraların ilk prototipi
olan Kodak Madel A, New York'ta 1920 yılının
Mayıs ayında Eastman Kodak şirketinden
J.G. Capstaff tarafından geliştirildi. Üzerinde
uzun süre çalışıldıktan sonra 5 Haziran
1923'te Model A motorlu Kodascope oynatıcıyla
birlikte satışa çıkarıldı.
9.5 milimetrelik amatör oynatıcıların ilki
ise, 1922 yılının Mayıs ayında Paris'te Pathe
Sineması'nda tanıtıldı. Pathe markalı bu oynatıcı,
ir yıl sonra çekicisiyle birlikte pazarlanmaya
başlandı. 8 milimetrelik çekici ve oynatıcılar
da 1932 yılında ABD'de piyasaya sürüldü.
Yapımcısı, Eastman Kodak şirketiydi.
Amatörler için ilk renkli film de Eastman Kodak
tarafından 1928 yılı Temmuz ayında satışa
çıkarıldı. Bu filmlerin mucidi, R. Berthon'du.
Amatörler için yapılan ilk sesli oynatıcılar
ise İngiliz malı olan Thompson-Houston marka
aygıtlardır. 16 milimetrelik bu makinelerin
ilk tanıtımı, 1931 yılında Londra'da
yapıldı. İlk amatör sesli çekici ise 16 milimetrelik
olarak RCA Victor tarafından üretildi ve
1935 yılında ABD'de tanıtıldı.
İLK AMATÖR FİLM YARIŞMASI
Photoplay dergisi ve Amerika Amatör Sinema
Birliği'nce düzenlendi. Son katılma tarihi
125
http://groups.google.com/group/merakediyorum
15 Şubat 1.928 olan bu yarışmada birinci gelen
35.16 ve 9.5 milimetrelik filmlerin sahiplerine
500'er dolar ödül verildi. 35 milimetre
dalında birinci olan "And How!" adlı filmin
yapımcısı,soğutma mühendisi Russell Ervine
ayrıca, Fox film şirketi ile beş yıllık bir sözleşme
imzaladı.
İLK AT NAKİL ARACI
Atları bir yerden başka bir yere taşımak amacıyla
yapılan ilk nakil aracı (horse-box), ilk kez
18 Eylül 1836 günü kullanıldı ve altı at tarafından
çekilerek İngiltere'nin Goodward yöresinden
Doncaster'a götürüldü. Araç, yarış
atları sahibi Lord George Bentinck'in siparişi
üzerine Herring Kardeşler tarafından yapılmıştı.
Bu olaydan yirmi yıl önce, Bay Territt'e
ait Sovereign adlı atın özel bir karavanla
Worcetershire'dan Nemarket'a götürülüşü bir
yana bırakılırsa, Lord Bentinck'in yaptırdığı
arabaya kadar, yarış atları bir yerden bir yere
yürüyerek gitmek zorundaydılar.
Derby gibi büyük yarışlar için atlarda yol
yorgunluğu olmasın diye bir ay öncesinden yola
çıkılır ve atlar yarış yerine çok yakın bir yerde
kampa alınırlardı. Kuşkusuz atlar, bir
yarışın hemen ardından çok uzak bir yerdeki
başka bir yarışa katılamazdı.
Bu zorluklan ortadan kaldırmak isteyen
Lord Bentinck, söz konusu arabayı yaptırdı
ve Elis adlı atını St. Leger Yarışları'na üç gün
kala 18 Eylül 1836 günü Goodwood'dan bu
araba ile yola çıkardı. Doncaster'a kadar 224
mil yolları vardı. Ama Lord Bentinck, özel
arabasıyla günde 75 mil yol alabileceklerinden
emindi ve düşündüğü gibi de oldu. Doncaster'a
geldiklerinde Elis'i doğru yarışın yapılacağı
hipodroma götürdü. Atın daha yeni
geldiğini gören müşterek bahisçiler, onun ancak
nal toplayabileceğine inanarak, çok iyi bir
at olduğunu bilmelerine rağmen, Elis'e hiç
şans vermediler. Lord Bentinck ise, sevgili atının
üzerine büyük bir yatırım yaptı ve sonunda
mahçup olmadı. Elis, yarış sonunda finişe
geldiğinde, en yakın rakibine iki boy fark yapmıştı.
Hiç oyalanmadan yeni arabasına bindirildi
ve en yakın yarış yerine doğru yola
çıkıldı.
İLK OTEL
1774 yılının Şubat ayında, Covent Garden'-
da (İngiltere), Lows Grand Hotel adıyla açıldı.
Otelin sahibi David Low,binayı ilginç bir
adam olan Lord Russel'dan devralmıştı. Lord
126
Russel, binanın içini kendine göre yeniden düzenlemiş
ve bir savaş gemisinin çeşitli bölümlerine
benzetmişti. Low, asıl mesleği olan
kuaförlüğü bırakıp otelciliğe soyunmadan önce,
Londra'ya gelenler, eğer uzun süre kalacaklarsa,
mobilyalı bir daire tutarlardı. Kısa
süreli ziyaretçiler ise han odalarında gecelerlerdi.
Low Oteli'ni ve yeni mesleğini tanıtabilmek
için altın, gümüş ve bakır anahtarlıklar
yaptırarak, özellikle soylu kişilere dağıttı. Bu
eli açıklığına rağmen, ya da belki bundan dolayı,
otelcilik işinde umduğunu bulamadı ve
1780 yılında bu işi bırakarak pedikürist oldu.
Low ayrıldıktan sonra Grand Hotel, başkaları
tarafından işletildi. 1794 yılında otelin
patronu olan Bayan Hudson, kamuoyuna
yaptığı duyurularda, Grad Hodel'in 100 saygın
konuğu atlarıyla birlikte rahatça ağırlayabileceğini
duyuruyordu. 19. yüzyılın başlarında,
otel, özellikle mutfağıyla takdir topladı.
"The Star" adlı lokantası, en seçkin kişilerin
bir arada görülebileceği bir yer oldu.
BANYOLU İLK OTEL
16 Ekim 1829'da, Boston'da Tremont House
adıyla açıldı. Birinci katta sekiz banyo vardı
ve bunlar özel bir girişle caddeye açılıyordu.
Özel banyoları olan ilk otel ise, 1853 yılında
New Jersey'de açılan Mount Vernon
Oteli'dir.
70 özel banyosu ile İngiltere'nin ilk banyolu
oteli olan Savoy, Richard D'Oyly Care
tarafından 6 Ağustos 1889'da hizmete açıldı.
Binanın yapımcısı olan Holloway, D'Oyly Care
kendisinden 70 banyo isteyince, ona otelde
kalacak konukların deniz yaratıkları olup olmadığım
sordu. O dönemde lüks açısından Savoy'un
en yakın rakibi olan ve 500 konuğu konaklatabilen
Hotel Victoria'nın yalnızca dört
banyosu vardı.
Düğün odası olan ilk otel, 1844 yılında
New York'ta hizmete giren Irving House'dur.
Merkezi ısıtma ile ısıtılan ilk otel ise, 1846
yılında Boston'da açılan Eastern Exchange
Hotel oldu.
ODALARINA TELEVİZYON
KOYAN İLK OTEL
New York'taki New Yorker Oteli, 1932 yılının
Şubat ayında bütün lüks süitlere birer TV
koydu. TV alıcılarını, Freed TV and Radio
Corp. armağan etmişti. Konuklar, CBS Televizyonu'nun
günde beş saat süreyle yaptığı yayınları
zevkle izleyebiliyorlardı.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
127
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Serbestçe havalanabilen ilk helikopteri, Fransız Paul Cornu yaptı. İlk kez 13 Kasım 1907'de uçan bu çift
İLK HELİKOPTER
Dikey uçuşla insanı yerden havalandırabilen
ilk helikopterin planlarını, 6 Ocak 1905'te
E.R. Mumford çizdi. Üretimi de, İskoçyalı gemi
yapımcılarından William Deny and Brothers
tarafından gerçekleştirildi. 67.5
santimetre çapında 6 pervanesi olan helikopterin
üzerinde önce 25 beygir gücünde bir Buchet
motoru vardı. 1909 yılında, bu motor
çıkarıldı ve yerine yine 25 beygir gücünde
N.E.C. marka bir başka motor takıldı. Bu
motor da, 1911 yılında 40 beygir gücünde bir
N.E.C. ile değiştirildi. İlk yapıldığında, kabin
inşaatında bambu ağacı kullanılmıştı. Bu gövdenin
fırtınalı havalarda su geçirdiği görülünce
metal ile değiştirildi. 1912 yılında yapılan denemelerde,
yerden üç metre kadar havalanan
İLK AÇLIK GREVİ
Çar 3. Aleksandır döneminde (1881-1894),
Rusya'daki cezaevlerinde bulunan mahkûmlar
tarafından yapıldı. 1889 yılında, Kara Gaol
Hapishanesi'nde bulunan kadın mahkûmlar
da açlık grevine katılınca, kendilerine zorla yemek
yedirildiğine ilişkin kanıtlar var.
İngiltere'de ilk açlık grevi ise 1909 yılı
Temmuz ayında Marion Wallace Dunlop adlı
bir genç kız tarafından yapıldı. Bayan Dunlop,
İnsan Haklan Bildirgesi'nin bir
bölümünü Avam Kamarası'nın duvarlarına
yazmak suçundan bir ay hapis cezasına çarptırılmıştı.
1 Temmuz günü Holloway Cezaevi'ne
kondu. 5 Temmuz günü yemek yemeyi
reddetti. Yetkililer, en lezzetli yemekleri, en
iştah açıcı biçimde süsleyip, akşamları yatağının
yanıbaşına koydular. Fakat genç kız, herkesin
gözünün önünde pencereden dışarı
fırlattı. Direnişini 91 saat sürdürdükten sonra
serbest bırakıldı.
128
SERİ ÜRETİMİ YAPILAN
İLK HELİKOPTER
Seri olarak üretimi yapılan ilk helikopterler,
Alman yapımı Focke-Achgelis Fa 223'tür.
1000 beygir gücünde Bramo motoruyla uçan
bu helikopterler, 6 kişilik yolcu kapasitesine
sahipti. İlk serbest uçuşunu 1940 yılı Ağustos
ayında yaptı. Üretimine 1942 yılında
başlandı ama, Alman Hava Kuvvetleri tarafından
sipariş edilen tüm helikopterler, yerlerine
ulaşamadan Müttefik bombardımanları
ile yok edildiler. Yalnızca 8 helikopter, Alman
Hava Kuvvetleri'nin eline geçebildi. Bunlardan
biri, 1945 yılında Alman mürettebatı tarafından
İngiltere'ye getirildi ve böylece
Manş'ı geçen ilk helikopter oldu.
İLK EL BOMBASI
Bilinen ilk el bombası, 1405 yılında kullanılhttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
helikopter, havada 20 saniye kalmayı başardı.
bu helikopterin ilk hareketi için birkaç kişilik
insan gücüne gereksinim vardı.
Kendiliğinden uçabilen ilk helikopter ise
Fransız Paul Cornu tarafından yapıldı. İki
pervaneli bu araç, 13 Kasım 1907 günü Lisieux'da
yapılan ilk deneme uçuşunda, 180 santimlik
yükseklikte 20 saniye uçmayı başardı.
Üzerinde 24 beygir gücünde Antoninette marka
bir motor vardı.
di. O yıla ait bir elyazması kitapta bulunan şemalar,
bu yargıyı doğrulamaktadır.
El bombaları, 17. yüzyılın ortalarından,
18. yüzyılın ortalarına kadar savunmaları yarma
konusunda en etkin silah oldu.
18. yüzyılda kullanılan el bombaları, içi
barut dolu madeni küreler şeklindeydi. Kürelerin
ağzında, yavaş yanan bir fitil vardı. Bu
fitilin ateşlenmesiyle bomba patlatılıyordu.
El bombası, 1. Dünya Savaşı sırasında
köklü değişikliklere uğradı. En gelişmiş biçimiyle,
bugün de kullanılmaktadır. İçinde öldürücü
maddeler yerine bayıltıcı kimyasal
maddeler bulunan el bombaları, özellikle kitlesel
olayları denetleyebilmek amacıyla güvenlik
kuvvetlerince kullanılıyor.
KADIN GARSONLARIN
ÇALIŞTIĞI İLK OTEL
1853 yılının Mayıs ayında, New York eyaletinin
Albany kentinde hizmete girdi. Kendi
İLK ŞOFBEN
1867 yılında, Londralı dekoratör Waddy Maughan
tarafından geliştirildi. 1880'lerde, su,
alevlere temas etmeden bir tüp içinde ısıtılmaya
başlandı. 1896 yılında İngiliz mühendisleri
Charles Lloyd Braithwaite ve Edward
O'Brain, gaz girişine bir kapak taktılar. Bu
kapak, yalnızca su musluğu açıldığı zaman gaz
geçiriyordu. Bütün bu gelişimler, modern şofbende
birleşti ve 1931 yılında Almanya'da
Junkers fabrikalarında ilk modern şofben
yapıldı.
129
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Pistonlu iki silindir, suyla doludur ve alttan bir boru ile birbirlerine
bağlanır. Küçük pistonun alt yüzeyi, bir inç karedir.
Büyük piston ise, 10 inçkarelik bir alanı kaplar. Bu yüzden,
küçük pistona uygulanacak bir güç, büyük pistona 10 kat büyümüş
olarak aktarılacaktır.
İLK HİDROLİK ARAÇLAR
İngiliz mühendis Joseph Bramah, ilk hidrolek
presin patentini 1795 yılında aldı. Su dolu
küçük bir silindir, yine su dolu büyük bir silindire
bağlantılı biçimde monte edildi. Küçük
silindirin içindeki piston aşağı doğru bastırıldığında,
büyük silindirdeki piston da yukarı
itilmiş oluyordu. Böylece, ilk hidrolik pres ortaya
çıktı. Bu sistemin zamanla geliştirilmesiyle,
bir uçağı bile havaya kolayca kaldırabilecek
hidrolik aygıtlar üretildi.
adıyla anılan pantolonlarla ünlenen Amerikalı
feminist Amelia Bloomer, bu otelde bir gece
kaldıktan birkaç ay sonra bir dostuna şu satırları
yazdı:
"Delavan House adlı bu otelin yemek salonuna
girdiğimizde çok şaşırdık. Bir düzine
genç kadın masaların arasında dolaşıp müşterilere
servis yapıyordu. Çok yeni bir şeydi
bu. Ortada bir tek erkek görevli bile yoktu.
Onların kaba ve hoyrat tavırlarının yerini kadınların
zarif ve büyüleyici hareketleri almıştı.
Otel yönetimiyle konuştum. Müşteriler genellikle
bu değişiklikten memnunmuş. Kadın
garsonları istemeyen birkaç kişi varmış tabii...
Kim mi? Zenci garson isteyen beyaz kadınlar."
İLK YAPA Y SOLUNUM CİHAZI
Günümüzde, kalbi yarım saat süreyle durdurup
üzerinde çeşitli operasyonlar yapmak
mümkündür. Bu yarım saatlik süre içinde ya--
pay solunum aygıtı, kalbin yerini alır ve kanı
130
http://groups.google.com/group/merakediyorum
1839 yılında İskoçya'da James Nasmyth tarafından bulunduktan
sonra, demire biçim vermek ve büyük makine parçaları
yapmak açısından çok yararlı oldu. 1840'lı yıllarda bir demirhane
görülüyor.
İLK ÇEKİÇ
Çekiç, insan tarafından kullanılan ilk el aygıtıdır.
İlk saplı çekiçlerin, günümüzden 10 bin
yıl önce kullanıldığını biliyoruz. Bunların vurucu
bölümleri taştan yapılmıştı. M.Ö. 4000
yıllarında bakırı bulan Mısırlılar, çekiçlerini
de bu maddeden ürettiler. 500 yıl sonra da
bronz çekiçleri yaptılar. Daha sonra, blok çekicin
ortasını delerek sap taktılar. Ucu çivi çıkarmak
için V şeklinde yapılan çekiçlerin,
Romalılar zamanında kullanılmaya başlandığına
dair de kanıtlar vardır.
Çekiç, en önemli işlevini kızgın demire biçim
vererek yerine getirdi. Bir örs üzerine yerleştirilen
sıcak demir, balyoz adı verilen ağır
çekiçlerle dövülerek biçimlendirildi. Endüstri
devriminin başlamasıyla, çekiçlerin cüsseleri
de büyüdü. Önce su gücüyle çalışan dev
çekiçler yapıldı. Böylece, daha büyük makine
parçalarının üretimi mümkün oldu. 1839
yılında İskoçyalı Jasez Nasmyth, buhar gücüyle
çalışan bir çekiç planladı. Bu projeye göre,
buhar gücü, çok büyük bir çekiç başını yukarı
kaldıracak, sonra bu baş yer çekiminin etkisiyle
biçimlendirilmek istenen maden parçasının
üzerine düşecekti. Nasmyth'in çizimlerini
yaptığı buharlı çekiç, ilk olarak 1840 yılında
Fransa'da yapıldı.
vücut içinde pompalar. Bu arada, ciğerlerin görevini
de üstlenerek, kana taze oksijen aktarır.
Amerikalı Cerrah John Heynsham
Gibbon, 1953 yılında, ABD'de bu tür yapay
solunum aygıtı yardımıyla ilk kalp ameliyatını
yaptı.
İLK KALP PİLİ
Kalbimizin düzenli olarak atmasını sağlayan
kendi iç mekanizmasında bir aksaklık ortaya
çıkarsa, atışlar yavaşlar ve düzensizleşir. 1952
yılında Boston'da, Harvard Tıp Fakültesi'nde
Dr. Paul M. Zoll, 72 yaşındaki bir adamın
bu tür aksaklık gösteren kalbine ilk kalp pilini
taktı. Karın deresinin hemen altına yerleştirilen
bu aygıt, kalbe küçük şoklar uygulayarak
atışını denetliyordu. Bugün, dünyada her 1
milyon insandan üçü, kalp pili ile yaşamaktadır.
131
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Kökeni Büyük İskender, Neron ve Mısır firavunlarına kadar uzanan dondurma, 16. yüzyıldan itibaren Avrupa'da da yaygınlaşmaya
başladı. Fotoğrafta, 1827yılında, Fransa'da bir
dondurmacı görülüyor.
İLK DONDURMA
1686 yılında, İngiltere Kralı II. James ve adamlarının
tanesine birer pound ödeyerek 12 tabak
dondrma yediklerine dair bir belge varsa
da, dondurmanın kökenleri, çok daha eskiye
dayanır. Büyük İskender'in, Neron'un ve Mısır
firavunlarının dondurma yediklerine ilişkin
söylentiler vardır. Ancak bunların, bugün
bildiğimiz dondurma olduğu iddiaları hayli su
götürür. Karla karıştırılmış süt olmaları, çok
daha akla yatkındır. Şorbet denilen ilk dondurma
türünün 16. yüzyılda Floransa'da ortaya
çıktığı, oradan da Fransa'ya atladığı
biliniyor. 1660 yılında limonatacı olarak Paris'te
çalışan Procopio Cultelli, buzlandırılmış
limonatadan bir tür dondurma üreten ilk makineyi
yaptı. 18. yüzyılda, Fransa, sütlü dondurmayı
tanıdı. 1774 yılında La Caveau adlı
bir Paris kahvehanesinde ilk dondurma yapıldı.
Buna o zaman "buzlu yağ" adı verildi.
İLK KALP KAPAKÇIĞI NAKLİ
Taze oksijen yüklü kanın vücudumuza dağılmasında
çok büyük işlevler üstlendikleri için
arızalanan kalp kapakçıklarının ya onarılması
ya da değiştirilmesi gerekir.
İlk yapay kalp kapakçığı 1961 yılında Oregon
eyaletinin Portland kentinde Albert Starr
adlı cerrah ile yardımcısı M. Lowell Edwards
tarafından geliştirildi.
Yapımında plastik ve paslanmaz çelik kullanılmıştı.
Zamanla, yapay mekanizmanın al-
132
yuvarlara zarar verdiği görüldü. Buna bir
alternatif olarak hastanın kendi tandonlarından
yapılan kapakçıklar, başka insanlardan
alınan kapakçıklar ve hayvan kapakçıkları denendi.
Ama hiçbiri, umulan mükemmellikte
sonuç vermedi. Bugün yine de en yaygın biçimde
kullanılan Starr-Edwards kapakçığıdır.
İLK MENTEŞE
Madeni menteşelerin en eski örnekleri, 1922
yılında Mısır Firavunu Tutankamun'un mezarında
yapılan kazıda bulundu. Firavun'un
http://groups.google.com/group/merakediyorum
yatağı, ayaklarına menteşe ile takılmıştı. M.Ö.
1350 yılından kalma bu bakır menteşeler, yatağın
ayaklarının gerektiğinde içeriye doğru
kıvrılmasını sağlıyordu. Demir menteşelere,
Ortaçağ'dan kalma kiliselerin kapılarında
rastlıyoruz. Endüstri devrimiyle birlikte, menteşelerin
de birçok türü ortaya çıktı.
İLK HORMON TEDAVİSİ
Ortaçağ'da insan vücudunu anatomik olarak
açarak inceleyen bilim adamları, karaciğer gibi
bazı organların salgıladıkları bazı sıvıları, vücudun
özel bazı bölümlerine kanallar aracılığıyla
gönderdiklerim gördüler. Ama, bazı salgı
bezlerinin ise kanalları yoktu. Ancak, 1902 yılında
Londra Üniversitesi'nden William Maddock
Bayliss ve Ernest Henry Starling, bu
bezlerin, salgıladıkları sıvıları doğrudan doğruya
kana aktardıklarım keşfettiler. Buldukları
bu tür ilk hormona, Sekterin adını verdiler.
Bu hormon, bağırsak tarafından üretiliyor,
kan aracılığıyla da pankreasa taşınıyordu.
İnsülin adlı bir başka hormon da, kandaki şeker
miktarım düzenliyordu. Adrenalin ise kalp
atışlarını gerektiğinde hızlandırıyordu. Bu bilgilerin
ışığında hekimler, insanların hangi hormonun
yetersizliğini çektiğini anlayıp, ona
göre tedavi uygulamaya başladılar.

0 yorum:

Yorum Gönder