26 Nisan 2012 Perşembe

Milliyet İlkler Ansiklopedisi


İLK CESET YAKILMASI
(KREMASYON)
26 Eylül 1769 günü, Honoretta Pratt adlı In-
73
http://groups.google.com/group/merakediyorum
giliz kadının cesedi, Londra'da Hannover Square'de
yakıldı. Bayan Pratt, Sir John
Brooks'un kızı, İrlanda Maliye Bakanı John
Pratt'ın da eşiydi, ölümünden sonra yakılmasını
istiyordu. Bu ilk kremasyonun yapıldığı
yerde, bugün şöyle bir plaket vardır:
"Kalabalık kentlerin mezarlıklarından çıkan
buharların, o kentin sakinlerini rahatsız
ettiğine inanan bu değerli hanımefendi, ileride
bu sorunun çözümünü sağlayacak bir yönteme
önderlik etmek için, sağlığında, cesedinin
yakılmasını vasiyet etmişti. Onun yüksek düşüncelerini
kavrayamayan insanlar için çok
güç olduğunu bilmesine rağmen, başka insanların
da aynı yolu izlemesini istiyordu."
İLK ÇAPRAZ BİLMECE
İlk çapraz bilmece, Liverpool doğumlu Arthur
Wynne tarafından hazırlandı ve 21 Aralık
1913 günü New York World gazetesinin
hafta sonu ekinde yayınlandı. Wynne, gazetenin
oyun ve eğlence bölümünü hazırlayan
serviste çalışıyordu. Şefi, yeni bir şey bulması
için kendisini yoğun bir biçimde sıkıştırmaya
başlayınca, çocukluğunda büyükbabasının
kendisini oyalamak için öğrettiği bir oyunu
hatırladı. "Sihirli kareler" adını verdikleri bu
oyunu biraz geliştirerek, çapraz bulmacayı icat
etti.
İLK KAMUFLAJ
Modern kamuflaj sanatı, adını Fransızca'da
"gizlemek" anlamına gelen "camoufler" sözcüğünden
aldı. İlk kez Birinci Dünya Savaşı
sırasında, yerdeki askeri araç ve kuruluşları,
hava saldırılarına karşı korumak amacıyla uygulandı.
Her iki dünya savaşı sırasında da
mevzilerin, yolların, hatta göllerin üstleri, özel
ağlarla kapandı. Gemiler ve uçaklar, ana çizgilerini
gizleyecek şekilde boyandı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, 1942 yılındaki
El Alameyn Savaşı'ndan önce, sahte boru
hatları, Almanları İngiliz saldırısının ne yönden
geleceği konusunda yanılttı ve savaşın kaderini
etkiledi. Bugün kamufle edilmiş bölgelerde
çekilen özel filmler, nesnelerin gerçek
yüzlerini açığa çıkarabilecek niteliktedir. Bu
filmlerde, sahte kaplamalar mavi-yeşil, gerçek
kaplamalar ise kırmızı renk verir.
İLK MUM
Günümüzden 2 bin yıl önce, hayvansal yağ-
74
ların arasına pamuk sokularak ilk mum yapıldı.
Ancak, bu mumlar herkesin kullanamayacağı
kadar pahalı ve lükstü. 17. yüzyıla
kadar da bu durum böyle devam etti. Fransız
bilim adamı Sieur le Brez, kalıba dökülen
mumları yapınca, üretim çok daha ekonomikleşti
ve mum kullanımı büyük hızla arttı. Artık
herkes, mum alabiliyordu. Böylece birtakım
faaliyetler gecelere de sarktı.
Parafin mumların ilki ise, 1850 yılında Iskoçya'da
James Young adlı kimyager tarafından
yapıldı.
İLK TOP
Yüzyıllar boyunca en önemli savaş araçlarından
biri olan topların ilk örneklerine, 13. yüzyıl
Çin'inde rastlanır. Bu güçlü silahın
Avrupa'ya ne zaman geldiği kesin bilinmemekle
birlikte, eldeki kayıtlar, 1320 yılına kadar
dayanıyor. Önceleri demir oklar fırlatan
toplar vardı. Sonraları, demir okların yerini
taş ve demir gülleler aldı.
15. yüzyıldan itibaren toplar büyük bir gelişim
gösterdi. Bu gelişmede, Türklerin de büyük
payı vardır. 1453 yılında, İstanbul'u Fatih
Sultan Mehmet komutasında kuşatan Türk
Ordusu'nun en büyük gücü, o döneme göre
en korkunç kuşatma silahlan olarak kabul edilen,
son derece etkili toplardı. Bu dev topların
yardımıyla Türkler, İstanbul'u çevreleyen
kalın surlarda gedik açarak, 1000 yıllık Bizans
İmparatorluğu'na son verdiler ve yeni bir çağ
açtılar.
İLK HAVAGAZI
Kömürden ya da öteki organik maddelerden
yanıcı bir gaz elde edilebileceğini ilk fark eden
kişi, İngiliz rahip Stephen Hales'tir. Rahip Hales,
1727 yılında yazdığı "Vegetable Staticks"
adlı kitabında, her tarafı kapalı bir kapta ısıtılan
kömürün, yanıcı bir gaz bırakacağını belirtti.
John Clayton adlı bir başka İngiliz de,
1684'te aynı buluşu gerçekleştirmiş, fakat bunu
ancak 1739'da duyurabilmişti.
Konuyla ilgili ilk başarılı uygulamalar ise,
Fransız bilim adamı Philippe Lebon ile İskoçyalı
teknisyen William Murdoch tarafından
yapıldı. 1801'de Lebon, Paris'te bir evde kömürden
elde edilen gazın ısı ve ışık sağlama
amacıyla kullanılabileceğini kanıtladı. Üstelik,
söz konusu gaz, borular aracılığıyla odadan odaya
aktarılacağı için, her yerde kolayca kullanılabilecekti.
Lebon'un önerisi, büyük ilgi
gördü ve ilk uygulamalar başladı. Ne var ki
Lebon, 1804'te Champs Elysees'de soyguncular
tarafından öldürülünce, çalışmaları yarıhttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
1827 yılında Fransız Joseph Nicephore Niepce, yanda görülen
ve kendisi tarafından yapılan fotoğraf makinesi ile bugün
elimizde bulunan en eski fotoğrafı çekti. Bu fotoğrafta, Niepce'nin
çalışma odasının penceresinden görülen binalar yer
alıyordu.
İLK FOTOĞRAF
Günümüzde, birçok alanda sayısız biçimde
kullanılan fotoğrafların ilki, 1827 yılında,
Fransa'da Joseph Nicephore Niepce
tarafından çekildi. Niepce, fotoğraf makinesini
de kendisi yapmıştı. Kurşun ve kalay karışımından
bir tabakanın üzerini asfaltla
kapladı ve makinesine taktı. Makineyi, çalışma
odasının penceresinden dışarıya doğru
ayarladı ve "objektifini" açtı. Sekiz saatlik bir
pozlamadan sonra, tabakanın üzerindeki asfalt
kaplamanın ışık alan kısımları sertleşerek
beyazlaştı. Böylece, Niepce'nin çalışma odasının
penceresinden görülen binaların görüntüsü,
tabakanın üzerine yansıdı.
da kaldı.
Murdoch'un ilk denemesi ise 1792'de gerçekleşti:
Corwall'da bir evi havagazıyla ışıl ışıl aydınlatmıştı.
1802'de, patronları Boulton ve
Watt'ın evlerini ışıklandırdı. Firma, bu buluşu
değerlendirmeye karar verdi. İlk sipariş
Lancashire'dan geldi ve buradaki bir pamuk
fabrikası, 900 gaz lambasıyla aydınlatıldı.
İLK DEDEKTİF ÖYKÜSÜ
İlk polisiye öykü, 1841'in Nisan ayında Edgar
Allan Poe tarafından yazıldı. "Morg Sokağı
Cinayeti" adlı öykü, Philadelphia'da,
Graham's Magazine adlı dergide yayınlandı.
Öykünün konusu, Paris'te geçiyordu ve kahramanı
da, garip kişilikli Auguste Dupin adlı
şövalyeydi. Aslında olayın Fransa'da geçmesi
ve kahramanının da bir Fransız olması, bir
bakıma zorunluydu. Çünkü o yıllarda özel dedektiflik
müessesesi yalnız bu ülkede vardı.
Öykü, 1843'te kitap halinde yeniden yayınlandı
ve 12.5 sentten satışa çıkarıldı. Poe'nun
"Çalınan Mektup" adlı bir başka öyküsü de,
İngiltere'de yayınlanan ilk polisiye öyküydü.
75
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Amerika, ilk kez 1848 yılında hizmete giren büyük mağazaların
bir örneği, Avrupa kıtasına ancak 1863 yılında gelebildi.
Londra'da açılan Whiteley's adlı mağazanın yıllarda
çekilmiş bir fotoğrafını görüyoruz.
İLK BÜYÜK MAĞAZA
1848'de New York'un Broadway yöresinde
Alexander Turney Stewart tarafından "Marble
Dry Goods Palace" adıyla ilk büyük mağaza
açıldı. 1823'te ABD'ye göç etmeden önce
Stewart, İrlanda'da dargelirli bir öğretmendi.
New York'ta açtığı mağaza, o gün için dünyanın
en büyük mağazasıydı ve bir bloğu olduğu
gibi kaplıyordu. 1876 yılında Stewart
öldüğünde, kurduğu şirketin yıllık cirosu 70
milyon dolardı ve kendi kişisel serveti de 80
milyon doları bulmuştu. Özel zevkleri olmadığından
kazandığı parayı harcayamamış, olduğu
gibi biriktirmişti.
İLK POLİSİYE ROMAN
1856'da J. ve C. Brown Yayınevi tarafından
yayınlanan "Bir Polis Dedektifinin Anıları"
adlı kitap, ilk polisiye romandır. William Russel
tarafından yazılan ve bütünüyle kurguya
dayanan roman, "Waters" adlı bir büyük
kent polisinin özyaşam öyküsünü anlatıyordu.
Kitabın bir başka özelliği de, başka dillere
çevirisi yapılan ilk polisiye roman olmasıdır.
1857'de Almancası, 1868'de de İngilizcesi
basıldı.
Ne var ki, Waters, İngilizce bir romanda
görülen ilk dedektif değildir. Charles Dickens
da bir ara polislerin çalışma biçimlerine ilgi
duymuş ve 1850 yılında bu konuda bazı ma-
76
kaleler yazmıştır. Ayrıca, 1853'te Londra'da
yayınlanan "Bleak House" adlı kitabındaki
66 bölümden 14'ünde, yazar tarafından yaratılan
Müfettiş Bucket adlı bir dedektifin araştırmaları
anlatılır. Müfettiş Bucket'ın, aslında
yazarın çok yakın dostu olan Müfettiş Field
olduğu söylenir.
Bugüne dek yayınlanan en uzun dedektif
romanı (900 sayfa) olarak da bilinen "Aytaşı"
adlı kitap, aynı zamanda özyaşam öyküsü biçimi
dışında yazılmış ilk polisiye romandır.
Wilkie Collins tarafından yazıldı. Romanın
kahramanı Çavuş Cuff, 1860 yılında yaşanan
ünlü Costance kent cinayetini aydınlatan Komiser
Foley'den esinlenerek yaratılmıştı. Romanın
konusu da, bu öyküden yola çıkıyordu.
Kitap, üç cilt halinde Londra'da, Temmuz
1868'de Tinsley Yayınevi tarafından yahttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
yınlandı.
İlk kadın dedektif de 1862 yılında yine
Wilkie Collins tarafından yazılan "No Name"
adlı romanda ortaya çıktı. Ama kadın dedektif,
bu kitabın ikincil kişilerinden biriydi. Kahramanı
kadın dedektif olan ilk polisiye roman
ise, 1864 yılında "Kadın Polisin Anılan" adıyla
Londra'da yayınlandı. Böylece bir kadın dedektif,
gerçek hayattaki benzerleri ortaya
çıkmadan tam 60 yıl önce, romanlarda yaşadı.
İLK "KEDİGÖZÜ"
Hepimizin bildiği gibi, kedilerin gözleri ayna
gibidir ve ışığı yansıtır. İngiliz yol yapımcısı
Percy Shaw, karayollarında, özellikle sisli ve
karanlık gecelerde yolculara yardımcı olacak
bir araç geliştirmeyi düşündü ve 1934 yılında
"kedigözü"nün patentim aldı. Amacı çok büyük
paralar kazanmaktı. Ne var ki, İkinci
Dünya Savaşı nedeniyle ülkesinde karartma
başladığı sıralarda, o da ancak üretime geçebilmişti
ve bu yüzden umduğu servete kavuşamadı.
İLK İSKEMLE
M.Ö. 3000 yılında, eski Mısır'da bazı törenlerde
yüksek arkalıklı iskemleler kullanıldığı biliniyor.
Ancak, Ortaçağ'dan önce, arkalıklı
iskemlelerin sayısı çok azdı. 1725 yılında Fransa'da
Rococo stili döşeme tarzı başlayınca, arkalıklı
iskemlelerin sayısı da arttı.
Sallanır iskemleler, 1840'lardan itibaren
Atlantik'in her iki yakasında da kullanılmaya
başlandı. Madeni iskemlelerin ise daha
1830'lardan itibaren İngiltere'de satıldığı biliniyor.
İLK FİŞEK
Ateşli silahların bulunmasından sonra, toz halindeki
barut, silahın içine bir torbadan alınarak
dolduruluyordu. Ancak, bu son derece
tehlikeli bir yöntemdi. 16. yüzyılın başlarından
itibaren, kâğıt ambalajlar içinde "bir
atımlık barut'lar hazırlandı. Silahı kullanacak
kişi, silindir şeklindeki bu paketin tepesini
yırtarak, içindeki barutu silahına boşaltıyor,
arkasından da kurşunu koyuyordu.
1812 yılında İsveçli silah yapımcısı Samuel
Pauly, Paris'teki dükkânında modern fişeğin
ilk örneğini geliştirdi. Metal tabanlı bir
karton kutu biçiminde olan bu fişeğin içine
mermi ve bir perküsyon (delme) kapsülü koyulmuştu.
Fişek atan ilk modern silah ise,
1837 yılında Almanya'da Johann Dreyse tarafından
geliştirildi. Bu silah, Pauly fişeğinin
bir benzerini atıyordu. 1870 yılında bütünüyle
metal fişekler yapılmaya başlandı. Birinci
ve İkinci Dünya Savaşı'nda metal fişeklerin etkinliği
büyük oldu.
77
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK MANCINIK
Çok ağır gülleleri fırlatmaya yarayan mancınıklar,
M.Ö. 500 yıllarında Yunanlılar ve Kartacalılar
tarafından kullanılıyordu. Yapılışlarının
ise daha eski tarihlere dayandığından
kuşku yoktur. Bu mancınıklar, iki ayrı türdeydi.
Bazıları, dev kaya parçaları ya da alevli
toplar fırlatıyordu. Bazılarından ise, çok büyük
oklar ya da gülleler atmak için yararlanılıyordu.
Menzilleri ise yaklaşık 500 metreydi.
Ortaçağ'da bu silah, daha da geliştirildi.
İLK BACA
Romalılar, ekmek pişirdikleri yerin duvarına,
aşağıdan yukarıya doğru bir "duman yolu"
yaparlardı. Ancak, gerçek anlamıyla çatı üstü
bacaları, 12. yüzyıldan itibaren Kuzey Avrupa'da
ortaya çıktı. Fabrika bacalarının
yaygınlaşması da yine Avrupa kıtasında, 18.
yüzyılda görüldü.
78
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Denizciler, özellikle manyetik alanın ne olduğunu öğrendikten
sonra, pusulayı geliştirmek için birçok araştırma yaptılar.
Fotoğrafa görülen renkli pusula, 1775 yılında Marsilya'da
Joseph Roux tarafından yapıldı. Pusulanın merkezindeki altın
tacın tepesi, kuzeyi gösteriyordu.
İLK PUSULA
Demir bir çubuğun kuzeye dönmesini sağlayan
manyetik özellik, niteliği anlaşılmadan
çok önce kullanılıyordu. 11. yüzyılda bir saman
çöpü üzerine yerleştirilen iğne, su dolu
bir kaba bırakılıyor ve böylece "ilkel bir
pusula" kullanılmış oluyordu. Daha önceleri
gemiciler, yönlerini gündüzleri güneşe, geceleri
de Kutup Yıldızı'na bakarak saptıyorlardı.
Su üstündeki saman çöpü yöntemi, ne yazık
ki fırtınalı havalarda kaptaki sular boşaldığından
iyi sonuç vermiyordu. 1250 yılında,
Akdeniz'deki gemiciler, iğneyi su üstüne bırakmak
yerine, işaretli bir kartın ortasında
yükselen bir desteğin üzerine iliştirdiler. 16.
yüzyılda pusula, öel yalpa çemberleri üzerine
oturtuldu ve sabit bir yere monte edildi.
Pusulanın yanında demirden bir cisim bulunursa,
ibre etkilenir ve yanlış yön gösterir.
19. yüzyılda gemilerin demir aksamlı yapılmaları
üzerine denizciler, pusula üzerinde çok daha
ciddi durmak zorunda kaldılar ve manyetik
alanın ne olduğunu öğrenerek, pusulalarının
yanına koydukları bir başka demir parçasıyla,
geminin manyetik alanının pusula üzerinde
oluşturduğu sapmayı giderdiler.
20. yüzyılla birlikte, uçak ve gemilerde jiroskop
denilen pusulalar kullanılmaya başlandı.
İlk deneme, 1908'de Almanya'da yapıldı,
ama 1910'da ABD donanmasının "USS Delaware"
adlı gemisinde ilk başarılı sonuç alındı.
79
http://groups.google.com/group/merakediyorum
John Harrison tarafından 40 yıl içinde üretilebilen dört kronometreden
biri görülüyor. Bu kronometre, 1736 yılında Lizbon'da
yapılan bir yolculukta kullanıldı ve başarısını kanıtladı.
İLK KRONOMETRE
1714'te, İngiliz Parlamentosu, devlet bütçesine
"boylamı tam olarak ölçebilecek bir aygıt yapan
kişi ya da kişilere verilmek üzere" 20 bin
sterlinglik bir ödül koydu. Çünkü o yıllarda
ticari gemiler, rotalarını tam olarak saptayamadıklarından,
seyahat süreleri uzuyor ve bu
da doğal olarak işadamlarının zararına işliyordu.
John Harrison, bu ödülü alabilmek için
tam 40 yıl uğraştı ve sonunda denizcilere doğu
ya da batı yönünde ne kadar yol aldıklarını
doğru gösterebilen bir alet yaptı. Üstelik
bu alet, her türlü hava koşullarında da, hiç etkilenmeden
çalışıyordu. 1761 yılında yaptığı
dördüncü kronometre, yılda yarım dakika hata
yapacak mükemmellikteydi.
İLK MÜNAZARA KULÜBÜ
Belirli bir konu üzerinde tartışma yapmaktan
hoşlanan insanların kurduğu ilk münazara kulübü
"Rota Club" adıyla 1659 yılında kuruldu.
Londra'da bulunan kulübün üyeleri,
80
hemen her gece Westminster yakınlarındaki
Türk Başı denilen yerde toplanıyorlar ve çeşitli
konular üzerinde tartışma açıyorlardı. Kulübün
kurucu üyeleri John Aubrey, John
Milton ve Andrew Marwell idi. Kulübün baştartışmacısı
James Harrington, 1660'ta yazdığı
bir kitapta, çalışmaları şöyle anlatıyordu:
http://groups.google.com/group/merakediyorum
"Ne denli açık ya da karmaşık olursa olsun,
her türlü konu tartışılabilir. Bizim inancımız
budur. Herkes fikrini söyler, üyeler
acımasızca rakibinin üzerine gider, ortalık tam
anlamıyla karışır, ama sonunda öyle bir durulur
ki, tartışılan konu ile ilgili gerçek, fırtınadan
sonra doğan güneş gibi pırıl pırıl
karşımızdadır."
İLK DİŞ MATKABI
Parisli diş tabibi Pierre Fauchard, 1728'de
yazdığı "Le Chirurgien-Dentiste" adlı kitabında,
bir diş matkabının tanımını yaptı. Daha
önce hiçbir belgede rastlanmayan bu yeni aygıt,
çürümüş diş dokularını gevşetmek için düşünülmüştü.
Parmakların farklı yönlerde hareket
ettirilmesiyle çalışıyordu.
İLK ELEKTRİKLİ DİŞ MATKABI
Bu tür matkapların ilk örneği pille çalışıyordu
ve patenti 26 Ocak 1875'te Michigan'da,
George F. Green tarafından alındı. Şehir cereyanıyla
çalışan elektrikli diş matkaplarının
ortaya çıkması ise, ancak 1908 yılında mümkün
oldu.
İLK DİŞ UZMANI
Yalnız diş sağlığı ile ilgilenerek diş hekimliğini
kendisine meslek edinen ilk uzman, Peter
de la Roche'tur. Kendisinin 1661 yılında
Londra'da dişçilik yaptığı biliniyor. 18. yüzyıla
gelinceye kadar, hatta birçok ülkede 19.
yüzyılda bile diş sağlığı ile, dişçilerden çok berberler,
demirciler ve baytarlar ilgileniyordu.
Diş hekimliğini, tıp biliminin bir dalı haline
getiren ve bu konuda öncülük eden Fransız
Pierre Fauchard, 1696'da kendim "diş
cerrahı" diye tanıtan ilk tıp adamı oldu. Fauchard,
ağız sağlığı üzerine yaptığı sayısız
araştırma ve çalışma ile daha önce nedeni belirlenemediği
için pek çok insanın hayatını altüst
eden diş ve ağız bozukluklarına çare buldu
ve böylece "modern diş hekimliğinin babası"
unvanını kazandı.
İLK DİŞ HEKİMLİĞİ OKULU
Fransa Kralı 14. Louis'nin bir fermanıyla,
1669 yılında, Cerrahlar Koleji'ne diş hekimi
de yetiştirme görevi verildi. İki yıllık bir eğitimden
sonra adaylar sınava alınarak başarılı
olanlar "diş konusunda uzman" unvanına la-
Whitney'in buluşundan önce, bir insan eliyle günde ancak
yarım kilo pamuğu çitlerinden ayıklayabiliyordu. Bu makinenin
yapımıyla birlikte verim, günde 25 kiloya çıktı.
İLK ÇIRÇIR MAKİNESİ
1792'de ABD'nin Georgia eyaletindeki pamuk
plantasyonlarında bulunduğu sırada, Eli
Whitney, pamuğu çiğitlerinden ayırmak için
bir makine yapabilirse, bunun sağlayacağı kolaylıkları
düşündü. Birkaç haftalık çalışma sonucunda,
amacına ulaştı ve ilk çırçır makinesini
yaptı. Whitney'in bu buluşuyla, günde
yarım kilo pamuk temizleyebilen insanlar, ortalama
25 kilo temizlemeye başladılar. Bu gelişme
üzerine pamuk üreticiliği, son derece
kârlı bir iş oldu ve bunun hemen ardından da
pamuk tarlalarına insan gücü sağlamak amacıyla,
köle ticareti başladı.
yık görülüyorlardı. Bu konuda ikinci akademik
kuruluşun ortaya çıkması için bir buçuk
yüzyıl geçmesi gerekti, 1841 yılında ABD'nin
Maryland eyaletinde Diş Hekimliği Okulu açıldı.
Bu okulun öğrencileri, çok sıkı bir sınavdan
sonra mezun ediliyorlardı.
İLK TAKMA DİŞ
İsviçre'de bir tarlada yapılan bir kazı sırasında,
15. yüzyıldan kalma olduğu saptanan bir
takım takma diş bulundu. Bu takımda, hem
alt, hem de üst dişler vardı. Kemikten oyularak
yapılan takma dişler, kirişlerle birbirine
tutturulmuştu. Bu takma dişin, daha çok estetik
amaçlarla yaptırıldığı ve yemek saatlerinde
çıkarıldığı sanılıyor.
İlk porselen takma diş, 1770 yılında Parisli
eczacı Alexis Duchâteau tarafından yapıldı.
Duchâteau'nun ilk denemeleri başarısızlıkla
sonuçlandı. Çünkü porselene ateşte biçim
vermekte hayli zorlanıyordu ve ısının etkisiyle
porselenin hacmi değiştiğinden, ilk
81
http://groups.google.com/group/merakediyorum
çamurun miktarını ayarlamakta güçlük çekiyordu.
Sonunda bir çift diş yapmayı başardı.
Bunlar, gerçekten mükemmeldi. Parisli eczacı,
ağzına taktığı bu dişleri ömür boyu kullandı.
Deney sırasında Duchâteau'ya yardımcı
olan Parisli dişçilerden Dubois de Chemant,
yeni tür takma dişlerin üretimine başladı. Paris
Tıp Fakültesi, bu dişler üzerinde yaptığı incelemelerden
sonra, şu raporu yayınladı:
"Güzelliği, dayanıklılığı ve hijyenik yeterliliği
mükemmel olan bu takma dişler, dişsiz
insanlar için gerçekten çok yararlıdır."
POLİSİYE ROMANLAR YAZAN
İLK KADIN YAZAR
Dedektif öykü ve romanları yazan ilk kadın
yazar, New Yorklu Bayan Anna Katherine
Green'dir. Kahramanı şişman ve romatizmalı
dedektif Ebenezer Gryce, ilk kez 1878 yılında
"Leavenworth Olayı" adlı romanla
okuyucularının karşısına çıktı. Bu, aynı zamanda
bir Amerikalı yazar tarafından kaleme
alman ilk polisiye romandı. Bir mobilya
imalatçısının eşi olan Bayan Green, erkeklere
ait bir dünyaya neden girdiğini açıklarken, iyi
bir şair olabilmek için çalışmalarına dedektiflik
öyküleri yazarak başlamanın yararlı olacağına
inandığını söyledi. Yazdığı kitabın
içinde "Kuşkunun parmağı, bir kez gösterdiği
yönü asla unutmaz" gibi ölümsüz cümleler
vardı. 90 yaşında öldüğünde, 30'dan çok
polisiye roman yazmıştı.
İLK İNGİLİZCE SÖZLÜK
"En Zor İngilizce Sözcüklerin En Doğru Biçimde
Yazılmasını ve Anlaşılmasını Öğreten
Alfabetik Tablo" adı altında 1604 yılında
Londra'da yayınlandı. Kitabın yazarı, eski bir
öğretmen olan Robert Cawdrey idi. Bu ilk İngilizce
sözlükte, 3 bin dolayında sözcük vardı.
Günümüze kadar kalabilen tek kopyesi,
Oxford'da, Bodleian Kütüphanesi'ndedir.
AMERİKAN DİLİNİN İLK SÖZLÜĞÜ
Samuel Johnson Jr. tarafından hazırlandı ve
1798 yılında New York'ta basıldı. Yazarın babası
D. Samuel Johnson, bir dönem Columbia
Üniversitesi Rektörlüğü yapmış ve Amerikan yazıldı. İçinde 70 bin sözcük vardı. Bu rakam,
grameri üzerine ilk kitabı da 1756'da yazmıştı. daha önce İngiltere ve ABD'de basılan İngi-
Tüm sözcükleri içeren ilk Amerikan söz- lizce sözcüklerdeki sözcük sayısından en az 12
lüğü. 1828 yılında Noah Webster tarafından bin fazlaydı.
82
İLK YEMEK SOBASI
Binlerce yıl boyunca insanlar, yemeklerini ateşin
üzerinde pişirdi. Romalılar zamanından itibaren,
zenginler ekmeklerini ısıtılmış tuğlalar
üzerinde pişirmeye başladılar ama, yemek pişirmek
için hâlâ çıplak ateş kullanılıyordu.
İçinde katı yakıt yakılan bir soba üzerinde yemek
pişirmeyi ilk kez 17. yüzyılda Amerika'
da yaşayanlar akıl ettiler. Pennsylvania'nın
bazı yörelerinde dökme demirden yapılan bazı
kuzineler kullanıldı. Ama bunların sayısı çok
http://groups.google.com/group/merakediyorum
azdı.
1798'de Amerika doğumlu Bavyeralı Benjamin
Thompson, Münih'te daha geliştirilmiş
bir kuzine yapmayı başardı. Thompson, tuğladan
yaptığı bir ocağın içine, madeni raflar
yerleştirdi ve bunların altına ateş yakarak ısıttı.
Üzerlerinde de yemek pişirip kızartma yaptı.
Bugün kullandığımız fırınların babası ise
1834 yılında, ABD'nin Ohio eyaletinde Philo
Pinfield Stewart adlı misyoner ve öğretmen tarafından
geliştirildi.
Mutfakta yemek pişirmek için kullandığımız fırınların ilk örneklerinden
biri olan bu kuzine, 1850 yılında Southampton
Havagazı Şirketi memurlarından James Sharp tarafından yapıldı.
İçinde et kızartmak için uzun bir fırın vardı. Et, yukarıdaki
kancaya takılıyordu. Üst kısmında ise sıcak su içeren
bir bölüm vardı ve bu bölüm, yemekleri sıcak tutmak için
kullanılıyordu.
İLK SMOKİN
10 Ekim 1886 günü, New York'ta, Tuxedo
Park Country Club'da verilen Sonbahar Balosu'nda,
Griswold Lorillard tarafından giyildi.
1. Dünya Savaşı'na kadar bu giysiye pek
rağbet edilmedi. Hatta hanımların bulundu-
83
http://groups.google.com/group/merakediyorum
ğu yerlerde smokin giymek ayıp karşılandı. Ne
var ki, zaman içinde hayli yaygınlaştı ve özellikle
resmi toplantılarda o denli geçerlilik kazandı
ki, bu tür toplantılar için gönderilen
davetiyelerin altına "smokinsiz girilmez" notu
düşülmeye başlandı.
İLK DİSKCOKEYLİK
İngiltere'de, radyoda ilk kez diskcokey
yapma görevi Compton Mackenzie'ye verildi.
Ancak, Mackenzie, programının başlamasına
birkaç gün kala gittiği bir av partisinde
kaybolunca, yerine kayınbiraderi Christopher
Stone geçti. Stone, ilk plak anonsunu 7 Temmuz
1927 günü BBC'nin Savoy Hill'deki 3 numaralı
stüdyosundan yaptı. Gerçi daha önceleri
de radyoda plak dinletileri yer alıyordu,
ama plaklar bir ön anons olmadan peşpeşe
çalıyordu. Stone, ilk diskcokey olmanın verdiği
avantajla dilediği plakları seçme ve her
plak için dinlediği anonsu yapma hakkına sahip
oldu. Yaptığı hizmet karşılığında kendisine
BBC tarafından bir ücret ödenmiyordu, ama
asıl bağlı bulunduğu Gramophone plak şirke-
Mısır Kraliçesi
Nefertiti,
M.S. 370 yılında
tahta geçmişti. Bu
büstüne '
bakıldığında,
gözlerinin sürmeli
olduğu görülüyor.
Nefertiti'nin
sürmeyi tehlikeleri
uzaklaştırmak için
sürdüğü
söylenir.
tinin adını sık sık anmasına da ses çıkarılmıyordu.
Bu, BBC'nin programları sırasında
firma adlarının kullanılmasına izin verdiği ender
durumlardan biriydi. Sonraları, Stone'un
firma adı belirtmesi yasaklandı ve çaldığı her
plak için kendisine belirli bir ücret ödenmeye
başlandı. 1935 yılında öldüğünde, The Times
Fransız
matematikçisi
ve filozofu
Blaise Pascal
tarafından 1642
yılında yapılan
bu ilk toplama
makinesi, seri
üretimi
yapılamayacak
kadar pahalıya
mat olmuştu.
84
İLK HESAP MAKİNESİ
Ancak bir tek işlem yapabilen ilk hesap makinesi,
1642'de Fransız matematikçi ve filozofu
Blaise Pascal tarafından yapıldı. O yıl
henüz 19 yaşında olan Pascal, zamanla aynı
makineyi çıkartma da yapabilecek şekilde geliştirdi.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK KOZMETİKLER
Tarihin ilk zamanlarından itibaren gerek kadınların,
gerekse erkeklerin kozmetik kullandığına
ilişkin bulgular vardır. Kozmetiklerin
çıkış yerinin Doğu olduğu sanılıyor. Ama
asıl gelişimleri, Ortadoğu'da oldu. Mezopotamya
ve Mısır'da yapılan kazılarda, kral mezarlarının
içinde kutularca kozmetik bulundu.
Bunlar arasında yüz kremleri, allıklar, dudak
boyaları, rastık ve sürme vardı.
İpeği ve baharatı Ortadoğu'dan Avrupa'
ya getiren ticaret yolları, makyaj malzemelerinin
de Yunan ve Roma imparatorluklarına
ulaşmasını sağladı. M.S. 1. yüzyıldaki Roma
İmparatoru Neron ile karısı Poppaea, ciltlerini
beyazlatmak için tebeşir tozu, yanaklarına
ve dudaklarına kırmızı boyalar, gözlerinin
çevresine rastık ve sürme sürerlerdi.
Kuzey Avrupa'da makyaj, önceleri çok az
bilinen bir olguydu. 11. ve 13. yüzyıllarda gelen
istilacılar, makyaj malzemelerinin Ortadoğu
ülkelerinden buralara gelmesine yetti. 13.
yüzyıldan itibaren yüz kremleri ve renklendiriciler,
saç boyaları ve parfümler, zengin Avrupalılar
arasında moda oldu. 16. yüzyılda
İngiliz Sarayı'ndaki hanımlar, Rönesans İtalyası'nın
kadınlarından etkilendiler. 17. yüzyılda
hemen her sınıftan kadın, makyaj
yapıyordu. 1920'lerde sinemanın gösterdiği
hızlı gelişme, makyajın da olağanüstü bir yayılma
göstermesine yol açtı.
gazetesi, Stone için şunları yazdı:
"Bu genç adam, hiçbir zaman unutulmayacak.
Müzikseverler, anons ettiği isimle hiç
ilgisi olmayan bir plağı dinleten, bazen de plağı
pikaba koyduktan sonra çalıştırma düğmesine
basmayı unutan bu diskcokeyi, her
zaman hatırlayacaklar."
Aslında Stone'un, adını hep taze tutacak
-başka özellikleri de vardı. Bunlardan biri, vasiyetini
bir plağa okuması, bir başkası ise kendisine
diskcokey denmesini adeta bir hakaret
olarak kabul etmesiydi.
İLK BULAŞIK MAKİNESİ
Ticari olarak üretilebilen ilk bulaşık makinesi,
10 yıllık bir araştırmadan sonra 1889 yılında
ABD'nin Indiana eyaletinde, Bayan W. A.
Cockran tarafından gerçekleştirildi. Bayan
Cockran'ın eşi, kendisine fazla para vermiyordu.
Bu nedenle, ancak eşi öldükten sonra kafasındaki
makineyi geliştirebilmek için dilediği
gibi para harcayabildi. Bu parayı da kendisine
inanan dostlarından toplamıştı. Evler ve
otel-lokanta gibi büyük yerler için farklı modeller
geliştirdi. Daha büyük olanları, buhar
makinesi ile çalışıyordu. O dönemde yayınlanan
bir gazete, Bayan Cockran'ın bulaşık makinesinin,
"Çeşitli biçim ve büyüklüklerde 20
düzine tabağı iki dakika içinde yıkayıp duruladığını
ve hatta kuruladığını" yazdı. Makinenin
üretim hakları bir Chicago firması
tarafından satın alındı.
İLK BOŞANMA
Resmi yasalarla ilk boşanma, 1546 yılında İngiltere'de
oldu. Standon kentinden Lady Sadleir,
ilk kocası Mr. Barr'ın, günün birinde
ortadan kaybolması ve bir daha görünmemesi
üzerine, aradan yıllar geçtikten sonra, Sir
Ralp Sadleir ile ikinci evliliğini yapmıştı. Ne
var ki, bu evliliğin mutlu günlerinde, Margaret
Sadleir'in eşi, hiç beklenmedik bir biçimde
ortaya çıktı. Kilise, bu durumda Leydi
Sadleir'in ikinci evliliğinin geçersiz olacağını
ve ilk eşine dönmesi gerektiğini ileri sürdü.
Oysa şanssız kadın, ikinci evliliğini hiçbir art
niyeti olmadan, ilk eşinin öldüğüne kesinlikle
inandığı için yapmıştı. Bu durumu göz önüne
alan İngiliz Parlamentosu, özel bir yasa
çıkartarak Margaret Sadleir'i ilk eşinden boşanmış
sayarak ikinci evliliğini geçerli gördü.
Lady Sadleir, çok yoksul bir ailenin çocuğu
olarak dünyaya gelmişti. Mr. Barr'la evlendiği
zaman da bir kafeteryada bulaşıkçı
olarak çalışıyordu. İkinci evliliği ise gerçek bir
mutluluk içinde geçti. Mutluluklarını perçinleyen
yedi güzel çocuğun yanı sıra Kral VIII.
Henry'nin en güvendiği bakanlarından biri
olan kocası, İngiltere'nin en zengin kişilerindendi.
Öyle ki Sir Sadleir, 1587 yılında öldüğünde,
Lady Sadleir, gerçek servetinin ne
kadar olduğunu bile bilmiyordu.
İLK ELBİSE KİRALAMA FİRMASI
İngiltere'nin Covent Garden yöresinde faaliyet
gösteren Moss Bros şirketi, ilk elbise kiralayan
firma olarak tarihe geçti. 1860 yılında
Moses Moss tarafından kurulan bu şirket, aslında
kullanılmış elbiseler alıp satıyordu. Elbise
kiralamaya ise 1897 yılında tamamen bir
rastlantı sonucu başladı ve sürdürdü.
Charles Ponds adlı amatör bir vokalist,
elinde-avucunda ne varsa hepsini tüketip beş
parasız kalınca, karnını doyurabilmek için ko-
85
http://groups.google.com/group/merakediyorum
medyenlik yapmaya karar verdi. İlk iş önerisini
aldığında da çok sevindi. Bir akşam, özel
bir toplantıda konukları eğlendirmesi isteniyordu.
Kuyruklu ceketini almak için derhal
evine koştuğunda, zavallı ceketin lime lime olduğunu
gördü. Moss'ların dükkânına giderek,
Moss'un büyük oğlu ve işletmenin yeni sahibi
Alfred Moss'tan, kendisine ödünç bir ceket
vermesini istedi. Moss, Ponds'un yalnız bu
önerisini değil, daha sonra sık sık yinelediği
başka önerileri de sevinerek kabul etti. Ama
bir gün, bu gidişe bir son vererek, Ponds'dan,
hiç değilse birkaç kuruş alma zamanının geldiğine
karar verdi ve kendisine bundan böyle
alacağı her elbise için belirli bir kira vermesi
gerektiğini söyledi. Ponds, biraz üzüldüyse de,
- başka çaresi olmadığından kabul etti.
Zamanla Ponds'un işleri daha da açıldı.
Hemen her akşamı doluydu. Bunun üzerine
Alfred Moss, kendisine birkaç takım elbise almasını,
çünkü sık sık kira ödemenin pahalıya
geleceğini söyledi. Ponds bu öneriyi hiç düşünmeden
reddetti. Ne zaman gerekse, elbiseyi
Moss'ların dükkânından gıcır gıcır
ütülenmiş, tertemiz olarak alabiliyordu. Kendi
elbisesini bu denli temiz ve ütülü tutması
ise çok zordu. Bu ilginç olaydan sonra Alfred
Moss, dükkânında bir de elbise kiralama
servisi kurdu. Zamanla onların işi de arttı.
Yalnız kuyruklu ceketle yetinmeyip, günlük elbiseler,
özel balo giysileri, gelinlikler, kayak
takımları ve tiyatro kostümleri de kiralamaya
başladılar ve bu işten eski işlerine oranla
çok daha fazla kâr ettiklerini gördüler.
İLK DİREKSİYON DERSLERİ
Londra'da Motor Carriage Supply Co. şirketi,
1900 yılı Haziran ayından itibaren direksiyon
dersleri vermeye başladı. Şirketin
öğretmeni, bir bayan öğrenci tarafından "sabırlı,
ısrarlı ve cesaret verici" olarak nitelendirilen
Bay Harkinson'du. Şirket, direksiyon
derslerini ek iş olarak veriyordu. Çünkü, The
Motor Carriage Supply Co., Londra'nın gerçek
anlamda ilk servis istasyonuydu.
İLK KÖPEK YARIŞMASI
Sporcu ve silah yapımcısı Mr. Pape, 28-29 Haziran
1859'da İngiltere'nin Newcastle kentinde,
Tyne Town Hall'de, ilk köpek yarışmasını
düzenledi. Pointer ve Seter cinsi 60 köpek yarışmaya
katıldı. Pointerler arasında birinciliği
R. Brailsford'un kahverengi-beyaz köpeği
aldı. Seterlerin birincisi de, J. Joblings'in
Dandy adlı köpeği oldu. Yarışmanın ilginç yö-
86
nü, Bay Brailsford'un Seterler, Bay Joblings'
in de Pointerler için karar verecek jüri heyetlerinin
başkanları olmalarıydı.
İLK ŞOFÖR OKULU
1901 yılı Mayıs ayında, İngiltere'nin Birkenhead
kentinde, Motor Car Depot and School
of Automobilism adı altında William Lea tarafından
kuruldu. Okulun öğretmeni, patronlara
bu fikri kendisinin verdiğini söyleyen
Archibald Ford'du. Yaz sonuna doğru okul
Liverpool'a taşındı ve adı da "Lea Motor
Okulu" olarak değişti. 11 Ekim 1902 günlü
Autocar dergisine göre, okul o denli başarılıydı
ki, öğrencilerden ikisi, Londra'dan kalkıp
buraya gelmişti.
İLK EHLİYET
14 Ağustos 1893 tarihinde Paris Emniyet Müdürlüğü,
bir kararname yayınladı:
"Hiçbir motorlu araç, sahibinin başvurusu
üzerine tarafımızdan verilecek sürücü belgesi
olmadan kullanılamaz. Sürücülerin hataları
nedeniyle, söz konusu belgeleri iptal etme
hakkına her zaman sahibiz."
Bu duyuru üzerine, araba sahipleri, Paris
Emniyet Müdürlüğü'ne başvurdular. Kendileri
bir direksiyon sınavından geçirildi ve başarılı
görülenlere sürücü belgeleri verildi, 10
Mart 1899'da Fransız Hükümeti, bir kararname
yayınlayarak sürücü belgelerinin araba
kullandıkları zaman sürücülerin yanında olmasını
ve her istendiğinde gösterilmesini istedi.
Belgelerin üzerinde araba sahibinin bir
fotoğrafının bulunması gerekiyordu. 1 Kasım
1899'a kadar Paris bölgesinde 1795 kişiye sürücü
belgesi verilmişti.
İLK KURU TEMİZLEME
Kuru temizleme yöntemi ilk kez 1849 yılında
Paris'te, M. Jolly-Bellin tarafından bir kaza
sonucu bulundu. Karısının alışverişe gittiği bir
gün Bay Jolly-Bellin, masanın üzerindeki lambayı,
daha o sabah örtülen masa örtüsünün
üzerine devirdi. Karısı gelmeden durumu düzeltmenin
telaşı içindeyken, lambanın içindeki
gazın döküldüğü yerlerin, öteki taraflara
oranla çok daha temiz olduğunu farketti. Çok
dikkatli birkaç denemeden sonra, asıl mesleği
olan terziliğin yanında, ikinci bir meslek daha
edindi. "Nettoyage â Sec" (Kuru
Temizleme) adıyla yeni bir servis kurdu. Tehttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
mizlenmesi için kendisine getirilen çamaşırların
lekeli kısımlarını terementi-benzin
karışımının içine yatırıyor, sonra da fırçalıyordu.
Tekrar batırıp kuruttuktan sonra, bir
kez daha fırçalıyor ve böylece-kuru temizlemeyi
bitirmiş oluyordu.
İLK EHLİYET SINAVI
Ehliyet sınavı zorunluluğu, ilk kez Paris Emniyet
Müdürlüğü'nün 14 Ağustos 1893 günü
yayınladığı kararnamenin üçüncü maddesinin
18. paragrafıyla getirildi. Sınavda, adayların
araba kullanma yeteneklerine, arabaya olan
hâkimiyetlerine ve motor bilgilerine bakılıyordu.
Ayrıca, adayların 21 yaşını doldurmuş olmaları
koşulu da vardı. 10 Mart 1899'dan
itibaren ehliyet sınavları, öteki bölgelerde de
uygulanmaya başlandı.
İLK ESNEK DOKUMA
1830'da Paris'in banliyölerinden Saint-
Denis'te Rattier ve Guibal adlı iki ortağa ait
su geçirmez kumaş fabrikasında üretildi. İngiliz
lastik imalatçısı Thomas Hancock, kendilerine
malzeme ve nitelikli işçi temininde
yardımcı oldu. Aslında bu yolda ilk çalışma
bir Alman işadamı tarafından başlatılmıştı.
Adı açıklanmayan bu Alman, İngiltere'de
Hancock'la temasa geçti. Hancock, kendisine
Paris'teki dostlarının adresini verdi. Fransız
ortaklar, projeyi gerçekleştirmek için
çalıştılar ve sonunda başardılar. 1831'de esnek
kumaşlardan yapılmış çeşitli giysiler, İngiltere'de
de satılmaya başlandı.
İLK BARAJ
Yeryüzündeki ilk barajlar, Ortadoğu'daki nehirlerin
vadilerinde, o yörenin insanları tarafından
yapıldı. Mevsim yağmurlarının denetim
altına alınarak, sellerin önüne geçilmesi
gerekiyordu. Aksi halde, o yörelerde insanların
yaşaması olanaksızdı. Oysa, insanların
orada yaşadığını ve hatta tarımla uğraştıklarını
biliyoruz.
Bilinen en eski baraj, M.Ö. 3000 yıllarında
Mısır'da, Garavi Vadisi'nde yapıldı. Toprak
barajın uzunluğu 116 metreydi. Bizans
tarihçisi Prokopius, M.S. 560 yılında yazdığı
bir yazısında, Pers sınırında Daras Barajı'nın
yapıldığından söz eder. Prokopius'un yazdıklarına
göre, İmparator Justinyen'in mimarlarından
Krisis, barajı, her iki ucundan taş
duvarlar örerek yaptı.
19. yüzyılın sonlarında erkeklerin zayıflamak ıçin verdiği uğraşlar
o denli yaygınlaşmıştı ki, dönemin ünlü şarkıcılarından
Howard Paul, bu konuya ilişkin bir beste yaptı, fotoğrafta,
dinleyenleri hayli güldüren bu plağın kapağı görülüyor.
İLK ZAYIFLAMA DİYETİ
Bilimsel olarak ilk zayıflama diyeti, 1862 yılında,
aslında bir kulak uzmanı olan Dr. Harvey
tarafından, William Banting adlı aşırı
şişman bir hasta için hazırlandı. Banting'e
önerilen diyet, karbonhidratların azaltılması
temeli üzerine kurulmuştu ve bu nedenle bugünkü
kilo verme diyetlerinin ilk örneği olma
özelliğini taşıyordu. Dr. Harvey'in hastasına
önerdiği beslenme rejimi şuydu:
Sabah: 100 gram et, balık ya da domuzyağı.
30 gram ekmek.
Öğle: "Birazcık daha fazla" ekmek, sebze
(patates hariç).
İkindi: Sütsüz çay, peksimet, meyve.
Akşam: 100 gram et ya da balık.
Bu rejimi uygulayan Banting, bir yıl içinde
101 kilodan 75 kiloya düştü. Bunu duyan
birçok insan da aynı yolu izleyerek kilo vermeye
başladı. Önceleri, zayıflamak isteyenler
yalnızca erkeklerdi. Ancak, 1914'ten itibaren
kadınlar da fazla kilolarından "utanır"oldular
ve korselerin yardımıyla gizlemeye çalıştıkları
şişmanlıklarından bir an önce kurtulmanın
yollarını aramaya başladılar.
87
http://groups.google.com/group/merakediyorum
16. yüzyılda İspanya'da büyük barajların
yapıldığına tanık oluyoruz. Bunların en büyüğü
olan Alicante Barajı, 1594'te yapıldı. Tibi
Boğazı'nı kapayan baraj, bugün hâlâ kullanılmaktadır.
İLK DETERJAN
Deterjan dediğimiz sentetik karışımlarla kıyaslanırsa,
sabun çok daha yetersiz bir temizleyicidir.
Deterjanın içinde bulunan hidrofilik
atomlar, suyu çok severler. Yine deterjandaki
hidrofobik denilen bir grup atom da, sudan
hiç hoşlanmaz. Bu son gruba giren atomlar,
kendilerini yağlara ve öteki kirlere bağlarlar.
Sonra suyu seven hidrofilik atomlar,
yağlı ve kirli hidrofolik atomları temizleyerek
götürürler.
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız teknik
bilgiyi ilk keşfeden Belçikalı kimyacı A. Reychler
oldu. Onun 1913 yılındaki buluşundan
sonra, 1917'de Almanya'da Nekal adı altında
ilk ticari deterjan satışı başladı. İkinci Dünya
Savaşı sırasında deterjan üretimi hızla arttı.
Çünkü, temizlenmesi gereken birçok üniforma
vardı ve bunların, suyun hiç köpürmediği
tuzlu sularda yıkanması gerekiyordu.
Sıradan deterjanlar, bazı proteinleri, örneğin
yumurtayı ayrıştıramadıkları için, temizleyemezler.
Bu tür proteinleri yalnız bazı
enzimler ayrıştırabilir. 1967'den itibaren deterjanlara
bu amaçla bazı enzimler eklendi.
Bunun ilk uygulamasını ABD'nin Ohio eyaletinde
faaliyet gösteren Proctor and Gamble
adlı şirket yaptı.
İLK BOYA
İndigo adı verilen mavi renkli boya, ilk insanlar
tarafından kullanılmaya başlandı. Mısır'
da 5 bin yıl önce, indigo mavisi, giysilerin boyanmasında
kullanılıyordu. Yine Mısırlılar,
juvve denilen bir bitkinin kökünden kırmızı
Doya, çivi otu denilen bir bitkinin köklerinden,
indigodan farklı tonda bir mavi boya, yalancısafran
kökünden de, koyu kırmızı bir boya
elde etmeyi başardılar.
M.Ö 1000 yıllarında, Fenike kıyılarında
bazı deniz kabuklularının bezlerinden erguvan
renginde bir boya elde ediliyordu. Meksika ve
Orta Amerika'da, hanım böceğinin gövdesi
kurutulduktan sonra, tozundan kırmızı boya
yapılıyordu. Ege sahillerinde yaşayanlar da
kırmızı böceğinin gebe dişilerinden kırmızı
renkte bir boya elde etmeyi öğrenmişlerdi.
Eski insanlar, boya üretmekte usta oldukları
kadar, boyama tekniğinde de hayli ilerle-
88
Londra'da yaşayan Macar göçmeni David Gestetner.1881 yılında
balmumu kalıp kullanan bir çoğaltma makinesi geliştirdi.
"Cyclastyle" adı verilen bu makine, oldukça yaygın bir
kullanım alanı buldu.
İLK ÇOĞALTMA MAKİNESİ
İngiltere'nin Birmingham kentinde, buhar makineleri
işi yapan James Watt tarafından bulundu.
Watt, 24 Temmuz 1778 günü, Dr.
Black'a yazdığı mektubunda, buluşundan şöyle
söz ediyordu:
"Birkaç gün önce, yazdığım yazıları çoğaltan
bir makine yapmayı başardım. Bu sayede,
mektuplarımı kolayca çoğaltabiliyorum."
Aygıt, düz bir baskı yatağı ile bir yanda
bir kol veya üstte bir dikey civatadan oluşuyordu.
Çoğaltılması istenen yazı ya da şekil, prese
yerleştirilmeden önce altına, daha önceden
sirke-boraks, istiridye kabuğu tozu ve damıtılmış
sudan oluşan bir karışıma batırılarak ıslatılan
bir şeffaf kâğıt konuyordu. Watt, bu
özel mürekkebin patentini 14 Şubat 1780'de
aldı. Çoğaltılması istenilen yazı ya da şekil,
alttaki özel mürekkebe batırılmış kâğıdın üzerine
tersten çıkıyordu. Daha sonra kâğıt, kalıp
presin üst kısmına alınarak istenilen
miktarda çoğaltma yapılabiliyordu. Watt'ın
bu makinesi, bir anlamda bugünkü ofset baskı
tekniğinin de ilk öncüsüydü.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
me sağlamışlardı. Örneğin, bir kumaşı boyamadan
önce, boyanın içine renklere kalıcılık
sağlayacak bazı maddeler karıştırmayı biliyorlardı.
İLK DAVULLAR
M.Ö 3500 yıllarında, insanların bir çerçeve
üzerine geçirdikleri hayvan derisinden yaptıkları
davulları çaldıkları biliniyor. Bunun kanıtına
birçok Çin söylencesinde rastlamak
mümkündür. Bin yıl sonra Sümerler, Mezopotamya'da
insan boyunda yuvarlak davullar
yaptılar. Afrika'da, davulların hatırlanamayacak
kadar eski zamanlardan bu yana bir haberleşme
aracı olarak kullanıldığı bilinmekte.
İncil'in bazı bölümlerinde de insanın düşmanı
karşısında ayaklarını yere vurarak nasıl
"davul çaldığını" anlatan cümleler bulunur.
Trampet ise, eski Yunanlılar zamanında kullanılmaya
başlandı. Bunların daha büyük boyları,
Arap istilası sırasında Avrupa'ya ulaştı.
Bunlar savaşta cepheye giderken, barış zamanında
da resmi törenlerde çalınıyordu. 15.
yüzyılda süvarilerin kullandığı davul ve trampetler,
17. yüzyıldan itibaren orkestralara
girdi.
Boya ve boyacılık tekniği, 1850'li yıllara
kadar büyük bir gelişim göstermedi. O yıllarda,
renklerin kalıcılığında büyük etkisi olan
krom tuzlarının bu sanayie girmesiyle yeni bir
çığır açıldı ve hızlı bir gelişme gözlendi.
İLK ELEKTRİKLİ
ISITMA SİSTEMİ
Patenti 1887 yılında ABD'de Dr. W.Leigh
Burton tarafından alındı. İki yıl sonra da
"Burton Electric Co." adlı kuruluş, seri üretimine
başladı. "The Electrician" adlı dergi
bu yeni elektrikli ısıtma araçlarım şöyle tanımlıyordu:
"Burton elektrik sobası, blok demirden
yapılmış bir kasa içindeki rezistanslardan oluşuyor.
Bu rezistansların çevresi kuru alçıyla
kaplanmış. Amaç, tellerden gelen ısıyı emmek
ve böylece boşa gitmesini engellemek. Isıtıcılara
80 volt ve 2.5 amper gücünde akım veriliyor.
Bu güçte bir elektrik akımı, sobanın ısısını
200°F'ye kadar yükseltiyor."
Alçak bir masaya benzeyen radyatörler,
yerden 10 sm. yüksekliğinde demir ayaklar
üzerinde duruyordu. Uzunluğu 68 sm, yüksekliği
ise 10 sm idi. Firma tarafından gazetelere
verilen ilanlarda, evlerde hiçbir tehlike söz konusu
olmadan kullanılabileceği yazılıydı. 1891
sonlarına doğru Colorado eyaletinin Aspen
89
20 Mart 1780'de Jarnes Watt ve Ortakları
adı altında bu baskı makinelerini üretmek için
bir firma kuruldu. Watt'ın ortağı Matthew
Boulton, çok hırslı bir pazarlamacıydı. Parlamento
üyelerine birer mektup göndererek,
bu son buluşla, konuşmalarını diledikleri kadar
çoğaltarak seçim bölgelerine gönderebileceklerini
duyurdu. Ayrıca, Kral'ın da ilgisini
çekmek üzere kendisine bir tanıtım gösterisi
yapıldı. Bu baskı makinesiyle müzik notalarının
da kolayca çoğaltılabileceği, askeri emir
ve yönetmeliklerinin çok kısa bir zamanda çoğaltılarak
birliklere gönderilebileceği kanıtlandı.
Ayracı, Hindistan'da pazarlanmak üzere
oranın iklimine dayanıklı, çelikten özel üretim
yapıldı. Gezgincile için ilk portatif modeller
üretildi. Ancak bütün bunlar, beklenilen
ilgiyi çekmek için yeterli olmadı. İngiltere Bankası'nın
yöneticileri, söz konusu aygıtla bazı
sahtekârların işlerini kolaylaşabileceğini,.kalpazanlara
gün doğduğunu söylediler. Bu sözleri
duyan Boulton'un tepkisi çok sert oldu ve
"İngiltere'de bazı yöneticiler, domuzdur"
dedi.
Birinci yıl, 50 tanesi denizaşırı ülkelere olmak
üzere 150 makine satıldı. Özel mürekkep,
toz halinde imalatçı firma tarafından veriliyordu.
Zamanla siparişlerin sayısı arttı ve birkaç
yıl içinde Watt'ın makinesi, iş dünyasının en
çok ilgi duyduğu aygıtlardan biri oldu.
Birinci Dünya Savaşı'na kadar çoğaltma
makineleri Watt'ın yaptığına oranla çok az değişimler
göstererek kullanıldı, özel mürekkepli
kâğıdın yerine karbonlu. kâğıtlar aldı ve
teksir makineleri haline geldi.
Balmumu ile çoğaltma yöntemi ise 1875 yılında
Thomas Alva Edison tarafından bulundu.
Edison, bu buluşu, parafinli kâğıttan
telgraf bandında yararlanmak için deneyler
yaparken geliştirdi. 8 Ağustos 1876'da buluşunun
patentini aldı, sonra geliştirmeye devam
etti. En son haline getirdikten sonra; 1880'de
patentini yineledi, ancak ticari üretime geçmeyi
düşünmüyordu. Bunu duyan Chicagolu işadamı
Albert Blak Dick, patenti satın aldı ve büro
tipi çoğaltma makinelerinin üretimine başladı.
Hazırlanan kalıp tahta, bir çerçevenin içine
konuyor ve metin mumlu yüzeye bir stilusla
uygulanıyordu. Daha sonra kalıbın üzerine bir
merdane ile mürekkep veriliyor ve baskıya geçiliyordu.
A.B. Dick, ürettiği ilk aygıtı 17
Mart 1887'de sattı.
Balmumundan kalıp kullanan ilk makine
ise 1881 yılında Londra'da Macar göçmeni
David Gestetner tarafı
http://groups.google.com/group/merakediyorum
kentinde faaliyet gösteren Aspen Madencilik
Şirketi, bu ısıtıcıyı kendi binalarında kullanmak
için Chicago'daki "Electric Merchandise
Co,"dan garanti istedi.
ELEKTRİKLİ İLK
VANTİLATÖR
Ticari amaçla üretilen ilk elektrikli vantilatör,
1882'de New York'ta, "Crocker and Curtis
Electric Motor Co." şirketinin başmühendisi
Dr. Schuyler Skaats tarafından gerçekleştirildi.
Ertesi yıl seri üretime geçilerek masa tipi,
iki kanatlı pervaneli modeller piyasaya çıkarıldı.
Dişli donanımıyla hareket eden, hareketli
ilk elektrikli vantilatör de 1908 yılında, ABD'
de "Eck Dynamo and Electric Co" adlı kuruluş
tarafından üretildi. Havayı her tarafa üfleyebilen
bu vantilatörler, tek yöne serinlik veren
vantilatörlerin satışını büyük ölçüde etkiledi.
İLK ELEKTRİK AMPULÜ
Elektrik ampulünün ticari olarak üretimi, Atlantik'in
iki yakasında, aynı anda, ama ayrı
ayrı başlatıldı. ABD'nin New Jersey eyaleti,
Menlo Park kentinde Thomas Alva Edison ve
İngiltere'nin Newcastle kentinden Sir Joseph
Swan, hemen hemen aynı günlerde ampul üretimine
başladılar. Bu konuda iki tarafın da öncelik
iddiaları olduğundan, olaya kronolojik
bir yaklaşımda bulunmak yararlı olacaktır.
Edison, deneylerine 1878 yılı Eylül ayında
başladı. 12 aydan biraz daha uzun bir süre
sonra, ilk doyurucu sonucu elde etti. Bir süre
yanan ilk Edison ampulü, Model no. 9'dur.
Bu ampulün içinde karbonize edilmiş pamuk
filament vardı. 21 Ekim 1879 günü, Edison
defterine şu notu düştü:
"9 numara gündüz 1.30'dan gece 03.00'e
kadar yandı. Yani tam 13.5 saat. Daha sonra
da bîr saat kadar pırpır etti. Sonunda camı
patladı ve dağıldı."
. Ampulün patenti 1 Kasım 1879 günü alınmıştı.
Ama çok geçmeden Edison'un filament olarak
kullandığı karbonize edilmiş dikiş ipliğinin
sürekli yanmak için uygun olmadığı görüldü.
1880'in başlarında Edison, filament
olarak karbonize edilmiş kağıt kullanmaya
başladı. Bunlardan daha iyi sonuç alınca,
Ekim ayında seri üretime geçti.
Joseph Swan, elektrik ampulünü ilk kez,
18 Aralık 1878'de, Newcastle'da Tyne Derneği'nde
yaptı. Konuşması sırasında dinleyicile-
90
rine gösterdiği ampul, daha önce laboratuvarda
yapılan deneyde fazla akım verildiği için
yandığından, kendisini dinleyenler, ampulün
nasıl ışık verdiğini göremediler. 18 Ocak
1879'da Sunderland'de verdiği ikinci konferansta,
daha önceki ampulün aynısını dinleyicilerine
ışık verirken gösterdi. Gerçi bu gösteri
Edison'un ilk başarılı laboratuvar denemesinden
10 ay önce yapılmıştı ama, bu deneme
pazarlanabilir elektrik ampulü ile gelişmelerin
ilk aşamalarından biri olmaktan daha
büyük bir iddia taşıyamaz. Ancak
1880'lerin başlarında Swan de, tıpkı Edison
gibi, karbonize edilmiş pamuk ipliğinden filament
kullanarak bir ampul yaptı. Ne var ki,
onun ampulü, Edison'unkinden biraz daha
uzun ömürlüydü. 27 Kasım 1880'de buluşunun
patentini aldı ve hemen ardından Swan
ampullerinin üretimi başladı.
Ticari amaçla ilk üretilen ampuller, 1 Ekim
1880 günü Menlo Park'taki "Edison Lamp
Works" adlı tesislerde yapıldı. Her ampul,
üretim sırasında 200 ayrı işlemden geçiyordu.
Üretim tamamen el emeğine dayalıydı ve bu
nedenlerden dolayı perakende satış fiyatı da
oldukça yüksekti. Ampullerin tanesi 2.5 dolardan
piyasaya sunuldu. Zamanla istek arttı
ve fiyatlar da düştü.
İLK ELEKTRİK LAMBASI
Işık veren ilk elektrik lambası, İskoçyalı bilim
adamı James Bowman Lindsay tarafından
yapıldı. 31 Temmuz 1835 tarihli "Dundee
Advertiser" gazetesi, Lindsay'in ilk başarılı
denemesini şöyle anlatıyordu:
"Yaşadığı kentte öğretmenlik yapan ve
Watt Enstitüsü'nün hocalarından Bay Lindsay,
25 Temmuz akşamı, elektrikten ışık elde
etmeyi başardı. Kendisi iki yıldır bu konu üzerinde
çalışıyordu, ama bu arada başka işlerle
de ilgilenmek zorunda kaldı. Güzellik açısından,
elektrik ışığı, öteki ışık kaynaklarını geride
bırakıyor. Hiç kokusu yok. Duman çıkarmıyor.
Patlama tehlikesi söz konusu değil.
Yanmak için havaya gereksinimi yok. Üstelik
iyice kapalı bir cam kavanoz içerisinde muhafaza
edilebiliyor. Yanıcı eşyalarla dolu yerlerde
güven içinde kullanılabilir. İstenilen yere
de götürülebiliyor."
Burada tanımlanan şeyin bir elektrik
ampulü olduğu açık. Lindsay, 30 Ekim 1835
günü Dundee Advertiser'a yazdığı bir mektupta,
buluşundan "havasız bir cam tüp" olarak
söz ediyor. Lindsay, mektubunu bu ışık kaynağının
altında kaleme aldığını ve bunu büyük
bir rahatlıkla yaptığını belirtiyordu. Daha
da ileri giderek, "İstenirse, aynı kaynakhttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
Elektrikli ilk iskemle, 1890 yılında New York'ta kutlanıldı. William Kemmler adlı katilin infaz tam sekiz dakika sürdü.
Bu infazdan sonra çeşitli tartışmalar başladı. Kimleri, bunu modern bir gelişme olarak kabul ediyor, kimileri ise elektrikli
iskemleyi bir işkence aracı olarak görüyordu. Üstteki küçük resimde, başa takılan elektrot görülüyor.
ELEKTRİKLİ SANDALYEDE
ÖLEN İLK ADAM
Elektrikli sandalye ile ölüme gönderilen ilk
suçlu William Kemmler, 6 Ağustos 1890 günü
New York'ta, Auborn Hapishanesi'nde
can verdi. İdam cezasını elektrik vererek uygulama
fikri, karanlık bir tip olan Harold P.
Brown tarafından ortaya atıldı. Bir zamanlar
Thomas Alva Edison'un yardımcılığını yapan
Brown, Edison'un baş teknisyeni Dr. A.E.
Kennelly'nin de yardımıyla sürdürdüğü çalışmaları
sırasında, çok sayıda hayvanı elektrik
vererek öldürdü. Bu iki çılgının çalışmalarına
tanık olan bir görevli, notlarında Brown
ve Kennelly'nin çalışmalarından şu şekilde söz
ediyor:
"Zavallı köpekleri ve öteki başka hayvanları
elektrik vererek öldürüyorlardı. Bazen deneme
sırasında uygulanan akım, kadersiz hayvanın
can vermesi için yeterli olmuyor, korkunç
acılar içinde bağırmaya başlıyordu. O zaman
kafasına bir tuğla ya da sopa ile vurarak
işini bitiliyorlardı."
Bu açıklamaların yayınlanması üzerine,
kamuoyunda çok geniş tepkiler ortaya çıktı.
Elektrik endüstrisinin ileri gelen temsilcilerinin,
Brown'ın çalışmaları sırasında şirketin izni
olmadan Westinghouse firmasının yaptığı
jeneratörleri kullandığını açıklamaları üzerine,
bu tepkilerin dozu daha da arttı.
Kemmler'in elektrikli sandalyede idam
edilmesi, bütün ulusu ilgilendiren bir olay haline
geldi. İnfazdan bir hafta sonra "The
Electrical Engineer" adlı dergi, hükümete yönelik
bir eleştiri kampanyası açtı ve yöneticileri,
Kemmler olayında bir insanı kobay olarak
kullanmakla ve bilimi bir infaz olayına
alet etmekle suçladı.Dergide, olayla ilgili olarak
şu satırlar vardı:
"Şurası açıkça bellidir ki, Auburn'daki
kurban, bu yeni infaz yöntemiyle anında can
verememiş, akımın uygulanmasından dakikalarca
sonra ölmüştür. İlk verilen akımla ölmediği
görülünce, kendisine tekrar elektrik uygulanmış.
Bu arada elektrotların değdiği yerde,
deri yanmaya başlamış ve izleyiciler,
Kemmler'in gözlerinde, çektiği büyük acının
"korkunç izlerini görmüşler."
Aynı günlerde, New York Times'ta Kremler'in
infazını, asılarak ölmekten çok daha
korkunç bir ölüm biçimi olarak tanımlıyordu.
Resmi raporlara göre ise, Kremmler, ölüm
odasına girdikten sekiz dakika sonra hayata
gözlerini yummuştu.
91
http://groups.google.com/group/merakediyorum
tan iki ya da üç ışık daha elde edebilirim. Üstelik,
bunların hepsinin altında kolayca okunup
yazılabilir" der.
EVDE KULLANILAN İLK
ELEKTRİK AMPULÜ
Rhode Island'daki Donanma Eğitim İstasyonu
görevlilerinden Profesör Moses G. Farmer,
1859 yılı Temmuz ayında Massachussetts'deki
evinin ön kısmını, kendi buluşu olan bir
lambayla aydınlattı. Lambanın yanması için
gereken akım, evin mahzenine yerleştirilen bir
galvanik pilden geliyordu.
ELEKTRİKLE AYDINLATILAN
İLK KASABA
Daha önce kullanılan gaz lambalarının yerini
elektrik lambalarına bıraktığı ilk kasaba,
ABD'nin Indiana eyaletindeki Wabash'dır.
Bu kasabanın meydanı 4 bin mumluk 4 Brush
ark lambası ile aydınlatılıyordu. Değişiklik 31
Mart 1880 günü yapıldı.
İLK SOKAK LAMBALARI
Sokak aydınlatılmasında kullanılan ilk lambalar,
deney amacıyla, Paris'te Conti rıhtımına
ve Concorde alanına takıldı. Ark lambası
türündeki bu lambalar, 1841 yılında Deleuil
Thomas Davenport tarafından 25 Şubat 1837'de
yapılan bu ilk elektrik motoru, dakikada 450
devir yapıyordu. Demir ve çelik plakalar merinde
4.5 inçlik delikler açmak için kullanıldı.
İLK ELEKTRİK MOTORU
Pratik olarak kullanılabilecek ilk elektrik motorunun
patenti, 25 Şubat 1837 günü Thomas
ve Archereau tarafından yerlerine monte edildi.
ELEKTRİK MOTORLU
İLK KORNA
İngiltere'de United Motor Industries Ltd. tarafından
Wagner Electric Motor Horn adıyla
üretildi. 28 Ağustos 1906'da The Motor adlı
dergide ilanlarla tüketicilere tanıtıldı. Firmanın
kendi satış rakamlarına göre korna, çok
büyük ilgi gördü. Eylül ayında, aynı dergide
yayınlanan ilanlara göre, "Bu yeni kornaya
olan hayranlık bir çığ gibi büyüyor, üretim
adeta kapışılarak tüketiliyordu." O ay yapılan
bir denemede, kornanın sesinin yaklaşık
800 metreden duyulabildiği saptandı. Sıradan
kornalar ise, ancak 400-500 metreden duyulabiliyordu.
Bu yeni aygıtı ilk kullananlar, Napier
marka arabalarına taktıran Cecil Edge ve
S.F. Edge'dir.
ELEKTRİKLE AYDINLATILAN
İLK CADDE
1857'de, Fransa'nın Lyon kentindeki Imperiale
Caddesi. Laccassange ve Thiers tarafından
takılan ark lambalarıyla aydınlatıldı. 1878 yılında
Paris'in Opera Caddesi'nde yapılan aydınlatmaya
kadar, bu konuda bir gelişme görülmedi.
İLK ELEKTRİKLİ FIRIN
1889'da İsviçre'nin Sameden kentinde Hotel
Bernina'ya takıldı. Kimin yaptığına dair bir
belge ya da kayıt yoktur. The Electrician der-
Davenport tarafından alındı. Davenport, aynı
yıl 50 librelik iki motor yaptı. Biri, demir
ya da çelik üzerine 1/4 inçlik delikler açmak
için kullanılıyordu. Her iki motor da, dakikada
450 devir yapıyordu. 1839'da daha büyük
bir motor yaptı ve bu motoru bir baskı
makinesini çalıştırmak için kullandı. Bu makineyle
de ilk sayısı 18 Ocak 1840 günü yayınlanan
ABD'nin elektrikle ilgili ilk gazetesi
olan "The Electromagnet and Mechanics Intelligencer"
i çıkardı.
Endüstriyel amaçla belirli bir oranda mekanik
güç elde etmek üzere elektriğin ilk kullanımı
1873 yılında Paris'te Societe Gramme
tesislerinde yapıldı.
İlk minyatür elektrik motorları ise, 1880'
yılında New Jersey'de Thomas Alva Edison
tarafından gerçekleştirildi.
92
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Kubbe sanatında yeni bir çığır açan Bizanslılar, kare şeklindeki mekanların üzerini de kubbe ile örtmeyi başardılar. Bunun
en görkemli örneği, İstanbul'da bulunan ve yapımı 537 yılında tamamlanan Ayasofya'nın kubbesidir.
İLK KUBBE
Üç boyutlu kemer de diyebileceğimiz kubbe,
Romalılar tarafından bulunmadan önce, binaların
çatıları düz, odalar da dörtgen şeklindeydi.
Bu nedenle kubbeler, binaların değişik
görünümler almasını sağlamakla kalmadı, aynı
zamanda geniş kullanımlı mekânlar yaratılmasına
da olanak verdi.
M.S. 124 ve 128 yılları arasında İmparator
Hadrianus tarafından yaptırılan Pantheon
Tapınağı'nın kubbesi, Romalılar zamanında
yapılan kubbelerin en büyüğü ve en görkemlisidir.
Yaklaşık 47 metre çapında olan
kubbe, 25 metre yüksekliğinde ve 7 metre kalınlığında
bir duvarın üzerinde durur.
Kemerler gibi, kubbeler de ahşap bir kalıpiskele
üzerine inşa edilir. Yapım tamamlandıktan
sonra bu ahşap kalıp sökülür. Bizanslılar,
kubbe yapımcılığında ileri bir adım daha attılar
ve kare şeklinde bir mekânın üzerini kubbeyle
kapatmayı başardılar. M.S. 537'de yapılan
Ayasofya, bunun en görkemli örneğidir.
1300'lü yılların sonlarında, Orta Asya'da, Semerkand
yöresinde, İslam şaheseri olan kubbeler
yükselmeye başladı. Rönesans'la birlikte,
kubbe yapımcılığı bir kez daha Avrupa'
nın tekeline geçti ve yeni başyapıtlar, Avrupa'nın
çeşitli yerlerim süsledi. Osmanlıların da
kubbe mimarisine büyük katkıları oldu. Modern
geometrik kubbelerin yapımı ise 1948 yılından
itibaren Amerikalı mimar Buckminster
Fuller'ın öncülüğünde gerçekleşti.
93
http://groups.google.com/group/merakediyorum
gisinin Ağustos 1889 sayısında, bu fırınla ilgili
bir haber yayınlandı. Söz konusu habere
göre, bu ilk elektrikli fırın, her türlü pişirme
ve kızartma işlemlerini, mükemmel bir biçimde
yapıyordu. Hotel Bernina, kendisi için gerekli
olan elektrik akımını yakındaki bir çağlayanın
yardımıyla çalışan dinamodan elde ediyordu.
Çağlayan, hiç durmadan akmaya devam
ettiğinden, elde edilen elektrikten gündüz
yararlanılamıyor ve güçlü bir enerji kaynağı
bir anlamda boşa gidiyordu. Bunu gözönüne
alan otel yöneticileri, geceleri aydınlanma
amacıyla yararlandıkları elektrikten, gündüzleri
de yemek pişirmeyi düşündüler ve bir
"elektrikli fırın" sipariş ettiler.
Satış amacıyla üretilen ilk elektrikli fırın
ise 1891 yılında, ABD'nin Minnesota eyaletinde,
St. Paul kentinde Carpenter Electric Heating
Manifacturing Co. adlı şirket tarafından
yapıldı. New York'ta yayınlanan "The
Electrical Engineer" adlı dergi, bu fırını şöyle
tanımlıyordu:
"Kızartma bölümü, 45 santimetre uzunluğunda,
35 santimetre yüksekliğinde ve 30
santimetre derinliğinde. İç kısımlar, asbest ve
parlak teneke ile kaplanmış. İçinde iki demir
raf yar. Alt ve üst zeminde bir ısıtıcı bulunuyor.
Böylelikle fırının içinde iki ayrı ısı elde
etmek mümkün. Kapıya konan küçük bir pencere,
içeride kızarmakta olan yemeğin gözlenmesini
sağlıyor. 110 voltla çalışan bu fırın
12-15 dakika içinde 250 derecelik ısıya ulaşabiliyor.
Isı yükseldiğinde akımı kesip, pişirmeye
devam etmek de mümkün."
İLK IŞIKLI REKLAMLAR
Londra'da yayınlanan "The Electrician" adlı
derginin 31 Aralık 1881 tarihli sayısında,
Willing's Electric Signs şirketinin bir ilanı vardı.
Bu ilanda, elektrikle reklam panoları, tabelalar,
vitrin süslemeleri yapılabileceği duyuruluyordu.
1882 yılında, W.J. Hammer,
Sydenham'da Crystal Palace'daki büyük orgun
üzerinde Edison ampulleriyle "EDISON"
yazdırdı. Yazı, durmadan yanıp sönüyordu.
Berlin'deki Ulusal Hijyen Sergisi'nin girişindeki
kemer üzerinde de elektrikli bir tabela
vardı. Bu arada New York'taki Miner's Tiyatrosu,
adını ışıklı harflerle yazdıran ilk tiyatro-
1890 yılında, Piccadilly'nin kuzeydoğu kenarına
ilk ışıklı reklam panosu dikildi. Bu pano,
Bovril şirketine aitti. Bir yıl sonra Broadway'de
dev bir reklam panosu geceleri ışık saçtı.
Üzerinde, "Evinizi, okyanus meltemlerinin
yaladığı Long Island'dan alın" yazısı vardı.
1906 yılına gelindiğinde, Manhattan'da 3 bini
aşkın ışıklı reklam vardı.
94
1879 yılında New York'taki Boreel binasına ilk hızlı asansör
grubu yerleştirildi. İçinde oturularak çıkılan bu asansörler,
ABD'de gökdelen fikrinin doğmasına neden oldu.
İLK ASANSÖR
Yolcu taşıyan ilk asansör, 1743 yılında Versailles
Sarayı'nda, Kral XV. Louis'nin özel dairesine
monte edildi. Kral, ikinci katta metresi
Bayan Chateauroux için bir daire hazırlatmıştı.
Kendi dairesi ise bir alt kattaydı. Canı
istediğinde kolayca ve çabuk biçimde bir üst
kata çıkabilmek için bu asansör projesini gerçekleştirdi.
Binanın dışında olan asansöre
kral, dairesinin balkonundan biniyordu.
"Uçan iskemle" diye adlandırılan bu ilk asansör,
bazı ağırlık dengeleriyle hareket ediyor ve
insan gücüyle çalışıyordu.
Bir iş merkezine yerleştirilen ilk asansör ise
Elisha Graves Otis tarafından yapıldı. Bu
http://groups.google.com/group/merakediyorum
asansör, 23 Mart 1857 günü, New York'un
Broadway semtinde beş katlı bir binaya takıldı.
Daha önceleri yük taşıyan asansörler yapan
Otis, aynı zamanda insan taşıyan ilk asansörleri
de üretti. Broadway'e yerleştirilen ilk
asansörün maliyeti 300 doları bulmuştu.
Asansör takılan ilk otel ise, New York'taki
altı katlı "Fifth Avenue Hotel"dır. Asansör,
23 Ağustos 1859 günü Bostonlu O.Tuft
tarafından takıldı.
1868 yılında, New York'taki Equitable Life
Assurance Building'e asansör takıldı ve bu,
bir işhanına takılan ilk asansör oldu. Yüksek
hızlı ilk grup asansörler de yine New York'
ta, 1879 yılı Eylül ayında Otis Elevator Co.
tarafından Boreel binasına yerleştirildi. Bu
asansörler, aynı anda hareket eden dört birimden
oluşuyorlardı. Yüksek hızlı asansörlerin
bulunması, ABD'de şehircilik ve mimarinin
yeni boyutlar kazanmasına neden oldu. O güne
değin, yatay olarak büyüyen kentler, dikey
olarak büyümeye başladılar. Başta New York
olmak üzere birçok kentte çok katlı binalar
hızla çoğaldı .Teknik olarak çok uzun yıllar önce
düşünülen gökdelenler, yüksek hızlı asansörün
bulunuşuyla hayata geçirildi.
1880 yılında, Manheim Endüstri Sergisi'nde,
Siemens ve Halske Şirketi, 22 metre yüksekliğinde
bir binaya ilk elektrikli asansörü
yerleştirdiler. Bir ay boyunca hiç arıza yapmadan
çalışan bu asansör, bu süre içinde 8 bin
kişiye hizmet verdi.
95
http://groups.google.com/group/merakediyorum
New York'ta, 1882 yılında kurulan bu elektrik santralının altı jeneratöründen elde edilen elektrik, 6 bin Edison ampulünü ışığa
boğmaya yetecek düzeydeydi.

0 yorum:

Yorum Gönder