26 Nisan 2012 Perşembe

Milliyet İlkler Ansiklopedisi


İLK İNŞAAT ŞİRKETİ
Bilinen en eski inşaat şirketine, 13 Temmuz
1778 günü, "Aris's Mirmingham Gazette" adlı
gazetede yayınlanan bir ilanda rastlanıyor.
Söz konusu ilanın metni şöyleydi:
"Bu ayın 22'sinde (çarşamba günü), Snow
Hill'deki Golden Cross'ta akşam saat yedi ile
dokuz arasında bir inşaat şirketinin üç hissesi,
açık artırma yoluyla satışa çıkarılacaktır."
Aynı şirketle ilgili iki ayrı duyuru da, 26
Ekim 1778 ve 29 Mart 1779 günleri yayınlandı.
Son ilanda, şirketin Richard Ketley'in elinde
bulunan ve en son 80 pound teklif edilen
üç hissesine müşteri arandığı duyuruluyordu.
Şirketin ne zaman kurulduğu, kesin olarak bilinmemekle
birlikte, ilk ilanın verildiği tarihte
en az üç yıllık bir geçmişe sahip olduğunu
gösterir kanıtlar vardır.
ABD'deki ilk inşaat şirketi ise, 3 Ocak
1831 tarihinde üç İngiliz göçmeni tarafından,
Philadelphia'da "Oxford Provident Building
Association" adı altında faaliyete geçti.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Petrol enerjisiyle hareket eden ilk motorlu otobüs, 18 Mart 1895 günü, Almanya'da Siegen-Netphen-Deuz hattında hizmete
girdi. Beş beygir gücünde, Beni marka bu sekiz kişilik otobüsün şoförü ise, Hematin Golze idi;
İLK OTOBÜS
"Carosses â cinq solz" olarak bilinen sekiz
yolcu kapasiteli ilk otobüsler, 1662 yılında Paris'te
hizmete girdi. Kuruluşun isim hakkını,
ünlü Fransız filozof ve bilim adamı Baise Pascal
ile arkadaşı ve mali destekçisi Duc de Roannez
aldı. Tarifeli servislere ise ilk kez
18 Mart 1662 günü Saint Antoine kapısı ile
Luxembourg kapısı arasında başlandı. 7-8 dakika
aralıklarla dört araç bir yöne giderken,
üç araç da aksi yönde hareket ediyordu. Önceleri,
nerede binilirse binilsin ya da nerede inilirse
inilsin, aynı ücret alınıyordu. Ancak, bir
süre sonra durak sistemi geliştirildi ve belirli
mesafeler için belirli ücretler saptandı.
Bu kitle ulaşımı, alınan patent gereğince
binmeleri yasaklanan askerler ve köylüler dışında,
bütün kent halkının büyük ilgisiyle karşılandı.
Aristokratlar bile, özel arabalarını bir
durakta bırakıyor, o "kalabalık" otobüslere
binerek, "tam yedi kişiyle birlikte", üstelik
halktan kişilerle seyahat etmenin "romantizmini"
yaşıyorlardı. Kral dahi bu modadan
kendini kurtaramadı ve bir gün bu yeni ulaşım
aracını deneyerek, tarih boyunca otobüse
binen sayılı kraldan biri oldu.
5 Temmuz'dan itibaren, dört yeni hat daha
işletmeye açıldı. Ne var ki, ilk modanın etkisi
geçip, aristokratlar alışageldikleri ulaşım
araçlarına geri dönmüşlerdi. Burjuvalar da
otobüs ücreti ödemek yerine, adamlarına yürümeyi
öneriyorlar ve hatta zorluyorlardı,
'Şirketin faaliyete geçmesinden beş ay sonra,
Pascal öldüğünde, otobüsler yarı yarıya
boş gidip gelmeye başlamışlardı. Ancak, Duc
de Roannez, 20 yıl daha inatla dayandı ve otobüslerini
seferden kaldırmadı. Nihayet çok
yaşlanınca, işin peşini bıraktı. Otobüslerin kitle
ulaşım aracı olarak Parislilerin hizmetine yeniden
girmesi için aradan çok uzun yıllar
geçmesi gerekti. 1819 yılında Jacques Lafitte,
bir otobüs filosuyla, dünyada ve Paris'te
ikinci denemeyi başlattı. Bu kez, her otobüsün
16-18 yolcu kapasitesi vardı.
43
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İKİ KATLI İLK OTOBÜS
Bu tür otobüslerin ilki, 1847 yılı Nisan ayında
Londra'da Adams and Co. adlı şirket tarafından
"Economic Conveyance Co."
şirketinin siparişi üzerine yapıldı. İlk katın tavanına
birbiri arkasına yerleştirilen sıralara,
14 yolcu oturabiliyordu. Burada gitmeyi tercih
eden kişilerden yarı ücret alınıyordu. 1851
yılında, bu otobüsler olağanüstü rağbet gördü.
Büyük Fuar için Londra'yı dolduran büyük
kalabalık nedeniyle, üst kattaki sıralar
dolmuşsa, yolcuların kenarlara oturmalarına
ve ayaklarını yandan aşağı sarkıtmalarına
izin verildi. Ancak, bu tür yolculuk bazen çok
pahalıya mal olabiliyordu. Çünkü yolcular,
aşağıya sallandırdıkları bacaklarıyla kırdıkları
camların parasını da ödemek zorundaydılar.
İKİNCİ KATI DA KAPALI İLK OTOBÜS
9 Nisan 1909 günü Londra'da Widnes Corporation
tarafından tanıtılan dört yeni otobüsün,
üst katları da "kapalı salon"a sahipti. Ancak,
yasal birtakım kısıtlamalar nedeniyle bu otobüsler,
2 Ekim 1925 günü sefere başlatılabildi.
Sürücü mahalli, merdiveni, üst katı tamamen
kapalı ilk otobüs ise, ancak 1930 yılında
kullanıldı.
PETROLLE ÇALIŞAN İLK
MOTORLU OTOBÜS
Bu türün ilk örneği, Kuzey Almanya'da 18
Mart 1895 günü, 15 kilometrelik Siegen-
Netphen-Deutz hattında sefere başladı. Bu,
Benz marka 5 beygir gücünde tek katlı bir otobüstü.
Netphener Omnibus Co. adlı yerel firma
tarafından işletilen otobüsün iç kısmına
altı ya da sekiz yolcu oturuyor, sürücünün yanındaki
boşluğa da iki yolcu alınıyordu. İlk
sürücü, Netphen kentinden Herman Golze idi.
Aynı türden bir başka otobüs de, 1 Temmuz
1895 günü hizmete girdi. Saatte ortalama 14
kilometre hız yapabilen bu otobüsler, bir seferlerini
1 saat 20 dakikada tamamlıyorlardı.
İlk duraktan binenlerden 70 fenik, ara duraklardan
binenlerden ise 20 fenik ücret alınıyordu.
Otobüslerin bir başka özelliği de, kışın,
iç kısımlarının ısıtılmasıydı. Bu, o güne dek
kitle ulaşım araçlarında ilk kez görülen bir uygulamaydı.
Öte yandan, bazı yokuşlarda yolcular
aşağıya indiriliyor ve kendilerinden
otobüse bir el atmaları "rica ediliyordu".
Yüksek işletme giderleri ve sık sık ortaya çı-
44
kan arızalar nedeniyle, otobüsler zamanla işletmeci
firmaya çok pahalıya mal olmaya
başladı ve 20 Aralık 1895'te seferlere son verildi.
İki otobüs, hizmet verdikleri süre içerisinde
10 bin 600 biletli yolcu taşımışlardı.
PETROLLE ÇALIŞAN İLK
BÜYÜK BOY OTOBÜS
Bunlardan bilinen ilki, 16 beygir gücünde ve
6 ton ağırlığındaki 18 yolcu kapasiteli Tenting
Omnibus'tu. 1898 yılı Mart ayında Fransa'da
Nantes ile Velheuil arasında sefere başladı. 9
Ekim 1899 günü ise, Londra'da 12 beygir gücündeki
Alman Daimlers marka otobüsler hizmete
girdi. İki katlı bu otobüslerin 26 yolcu
kapasitesi vardı.
İLK KADIN OTOBÜS BİLETÇİSİ
1909 yılında babasının Barton Transport adlı
şirketinde Long Eaton-Nottingham seferlerinde
görev alan Bayan Kate Barton, ilk hanım
otobüs biletçisi olarak tarihe geçti. 1911 yılında,
kızkardeşleri Ruth ile Edith de kendisine
katıldılar. Görev sırasında, uzun yeşil önlükler
giyiyorlardı. Kate Barton, erkek biletçiler
gibi bir de başına şapka geçiriyordu, ama
Edith ve Ruth, iftihar ettikleri uzun saçlarını
bir şapkaya tutsak etmeye yanaşmadılar. Kızlarının
soğuk otobüslerin içinde uzun saatler
çalışıp rahatsız olmalarına dayanamayan baba
Barton, egzoz borusunu aracın içinden geçirerek,
yolcu mahallini ısıtmayı akıl etti.
Gecenin geç saatlerinde yapılan seferleri ise,
üç genç kız da hiç sevmiyordu. Çünkü o saatlerde,
ne yaptığını bilmeyen sarhoşların sataşmaları,
gerçekten rahatsız edici boyutlara
varıyordu. Ama öteki seferler, gerçekten zevkli
oluyor ve birbirinden nazik erkekler, üç güzel
biletçiye hiç zorluk çıkarmıyorlardı.
Nihayet 1918 yılında Kate Barton evlendi ve
mesleğini bıraktı. Çok geçmeden, kızkardeşleri
de onu izlediler.
İLK SEZARYEN AMELİYATI
Hem annenin hem de bebeğin sağ olarak kurtarıldığı
ilk sezaryen ameliyatı, 1500 yılında İsviçre'nin
Sigershauffen şehrinde yapıldı.
Görevi, domuzları hadım etmek olan Jacob
Nufer, gebe eşinin rahatsızlandığını görünce,
büyük bir cesaret göstererek ameliyatı tek başına
gerçekleştirdi. Araç olarak ise, yalnız domuzları
hadım etmekte kullandığı malzemehttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
İ.Ö. 2000 yıllarından kalma bu duvar resminde, eski Mısırlılar tarafından oynanan bir top oyunu canlandırılıyor. Dört
kişi tarafından oynanan bu oyunda, topun niteliği belli değil. Ele sığabilecek büyüklükte, taş, tahta ya da meyve olabilir.
ye çalışanlar vardır. Sopayla vurularak oynanan
top oyunlarının tarihi ise, Pers İmparatorluğu'na
kadar dayanır. M.Ö. 2000 yıllarında
bu ülkede, bugünkü hokeyi andıran bir
oyun oynandığı bilinmektedir. Kuzey Amerika
yerlileri de, daha beyazların gelmesinden
Eski Mısırlılardan kalma bazı duvar resimlerinde,
bazı top oynama sahnelerine rastlanır.
Bu resimlerde canlandırılan tablo, bugün "ortada
sıçan" dediğimiz oyuna benzer. Topu fırlatan
ve onu tutmaya hazırlanan kişilerin
dışında, bir de topu araya girerek ele geçirmeçok
önce, bir ağ ve iki raketle oynanan bir
oyun geliştirmişlerdi.
lerden yararlandı. François Rosset'nin 1581
yılında Paris'te sezaryen üzerine yayınladığı
kitaba göre, Bayan Nufer, ameliyattan sonra
77 yaşına kadar sağlıklı bir yaşam sürdü ve bu
arada, birinde ikiz olmak üzere, beş normal
doğum daha yaptı. Daha sonraki yıllarda, bu
son bilgiyi değerlendiren bilim adamları, öykünün
gerçekliğine ilişkin kuşkuya düştüler.
İLK KONSERVE BESİN
Taze yiyeceklerin kapalı kaplarda uzun süre
sağlıklı bir biçimde korunabileceği fikrini ilk
geliştiren kişi, Parisli Nicolas Appert'tir. 1795
yılında, Fransız Hükümeti, besinlerin konserve
olarak saklanabileceği bir yöntemi bulana
12 bin frank ödül verileceğini duyurdu. Bu
ödülün cazibesine kapılan Nicolas Appert, ticari
açıdan da pratik bir uygulama yaptı. Madeni
kaplar yerine cam kavanozları tercih etti.
Yine de bugünün teneke konserve endüstrisi,
kuruluş fikrini Appert'in girişimlerine borçludur.
Nicolas Appert'in çalışmalarının sonucu
ilk kez 1804 yılında denendi. Denizcilik
Bakanı, Appert'in konservelerinden bir kısmının
Bres'teki deniz üssüne gönderilmesini emretti.
Burada, kavanozlar üç ay açılmadan
saklandı. İlk örneklerin incelenmesinden sonra,
Paris Sağlık Müdürlüğü'ne şu rapor gönderildi:
"Kavanozdaki et suyu gayet lezzetli. İçindeki
et parçaları da öyle. Ancak, miktar olarak
biraz az. Etli ve etsiz olarak hazırlanan
fasulye ve bezelye konserveleri de, henüz dallarından
koparılmışcasına taze ve lezzetli!"
45
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Aynı yıl Appert, Paris'in banliyölerinden
Massy'de bir konserve fabrikası kurdu. Gerekli
taze sebzeyi yetiştirmek üzere, fabrikanın
civarında geniş bahçeler satın aldı.
Konservecilikte teneke kapların kullanılmasına
ise, ilk kez 1812 yılında Bermondsey'
de Donkin and Hall firması tarafından başlandı.
Appert'in karşılaştığı en büyük güçlük,
kavanozların sıkıca kapatılmasıydı. Bu güçlüğü
yenebilmek için beş kat muhafaza içine
alıyordu. Bu sorunu tamamen ortadan kaldırmayı
amaçlayan Bryan Donkin ile John Hail,
teneke kutu kullanmaya karar verdiler. Ama,
teneke kutuların besin ambalajı olarak kullanılmasının
patent hakkı, 1810 yılında Peter
Durand adına tescil edilmişti. İki ortak, bin
sterlin karşılığında bu hakkı satın aldılar ve
başarılı bir sonuç elde ettiler.
İLK FUTBOL OYUNU
Bugün bildiğimiz anlamda futbola benzeyen
bir oyun. M.Ö. 500 yılında Çin'de oynanıyordu.
Avrupa'da ise, M.S. 4. yy'da Yunanlılar
ve Romalılar, topa tekme atarak onu taşımayı
ve belirli bir hedefe götürmeyi amaçlayan
bir oyun oynuyorlardı. Bu oyunda, topu ele
almak da serbestti. 1800'lü yıllarda, futbol,
ragbiden ayrı bir spor dalı olarak gelişti, ama
1863 yılında İngiliz Futbol Federasyonu'nun
kurulmasından sonra bile, topu ele almak ve
rakibe tekme atmak yasak değildi. Bu konuda
ilk yasaklar, 1871'de uygulanmaya
koyuldu.
İLK TENİS OYUNU
Tenis oyununu, Haçlı Seferleri'ne katılan Avrupalılar,
istila amacıyla gittikleri Kutsal Topraklar'da
yaşayan Müslümanlardan öğrendiler
ve ülkelerine getirdiler. 12. yy'da Fransa'da
yaygınlaşan bu yeni oyun, 1370'lerde İtalya ve
İngiltere'de de ilgi gördü. O dönemde kapalı
ya da açık kortlarda oynanan tenis oyununda,
topa raketle değil, avucun iç kısmıyla vuruluyordu.
Yani ağın üzerinden gelen topa
tokat atmak gerekiyordu. Bu nedenle Fransızlar,
bu oyuna "jeu de paume"(avuç içi oyunu)
adını verdiler. Raketlerin ilk ortaya çıkışı
ise 16. yy'da oldu.
Tenis, asıl popülaritesini Londralı Binbaşı
Walter Wingfield'a borçludur. Binbaşı
Wingfield, 1874 yılında oyunun kurallarını
bugünkü biçimde düzenledi ve bunu bir kitap
halinde yayınladı. Ertesi yıl tenis oyunu, İngiltere
Kriket Kulübü'nün faaliyetleri arasına
alındı ve ilk resmi maçlar, Londra'nın güney
yörelerinden Wimbledon'da yapıldı.
46
İLK BALON
Balonun bulunuşu, tarih öncesi insanlara kadar
dayanır. O dönemde insanlar, havayla şişirilmiş
hayvan derilerinin suya batmadığını
kavrayarak, bundan yüzme amacıyla yararlandılar.
İçine belirli gazlar doldurulan herhangi
bir torbanın yeryüzünden
havalanacağına ilişkin ilk bulgular ise, 17.
yy'da Evangelista Torricelli gibi İtalyan bilim
adamları tarafından saptandı. Çünkü, bu bilginler,
atmosferi ve onu oluşturan gazları incelemeye
başlamışlardı.
İngiliz kimyacı Robert Böyle ise, iki önemli
saptama yaptı: İlk kez olarak en hafif gazın
hidrojen olduğunu kanıtladı ve "belirli bir
miktar gazın hacmi genişletilirse, basınç azalır,
tersine, gaz daha küçük bir hacim içine sıkıştırılırsa,
basınç yükselir" şeklinde
tanımlanan ve kendi adıyla anılan "Boyle Kanunu"
nu buldu.
1766 yılında, bir başka İngiliz bilim adamı,
Henry Cavendish, ilk kez hidrojeni
"tarttı" ve havadan on bir kez daha hafif olduğunu
söyledi (Aslında 14 kez daha hafiftir).
İskoçyalı bilim adamı Joseph Black de, bu
bulgudan yola çıkarak, içine hidrojen doldurulmuş
bir balonun yerden havalanması gerektiğini
söyledi.
1782'de, kâğıt yapımcısı Fransız Joseph ve
Etienne Montgolfier kardeşler, bir oda içerisinde,
sıcak havayla doldurulmuş balonu havalandırmayı
başardılar. Bu ilk balon, ipekten
yapılmıştı ve alt ucunda bir delik vardı. Hacmi
ise 1.32 metreküptü. Balonun açık ağzının
altında kâğıtlar yakıldı ve havalandığı görüldü.
1783 baharında Montgolfier kardeşler, deneylerini
daha büyük boyutlarda,ama tabii bu
kez açık havada yinelediler. Kâğıttan yaptıkları
616 metreküplük balonun üzerini, özel bir
bezle kapladılar ve aynı sistemle balonu 2 bin
metre havalandırmayı başardılar.
Aynı yıl, Fransız fizikçi J.A.C. Charles,
28 metreküplük bir balonu, içine hidrojen doldurarak
uçurmayı başardı. Balonda, Charles'
tan başka iki de yardımcısı vardı. Paris üzerinde
dolaşırlarken, çiftçiler, gökyüzünden
üzerlerine doğru gelen bu "canavar"a karşı,
yabalarla saldırıya geçtiler.
İNSANLI İLK BALON
İnsan taşıyan ilk sıcak hava balonu, 1783 yılı Kasım ayında
Paris'te Bois de Boulogne yakınlarından havalandı. Mavi ve
altın sarısı renklerindeki bu harika balonun yapımcıları, Montgolfier
kardeşlerdi. Tarihçi Jean Pilâtre de Rozier ve Marki
d'Arlandes de ilk gönüllü yolcular oldular.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
47
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK BAROMETRE
1644 yılında, İtalyan fizikçi Evangelista Torricelli,
bir yıl önce ölen Galileo'nun düşündüğü
bir deneyi yaptı. Madenciler, çeşitli
denemelerden sonra bir tek pompayla suyu 10
metreden daha fazla çıkaramayacaklarını anlamışlardı.
Bunun üzerine Galileo, yoğunluğu
daha fazla olan bir sıvının, örneğin cıvanın,
bir tüp içinde daha kolaylıkla, ancak daha küçük
ölçek içinde yükseltilebileceğini düşündü.
Evangelista Torricelli, arkadaşı Vincenzo
Viviani ile birlikte bu düşünceyi uygulamaya
karar verdi. 90 santimetre uzunluğunda bir
cam tüpün alt ucunu kapattıktan sonra, içini
cıva ile doldurdu. Tüpün açık ucunu parmağı
ile kapattı ve altı üste gelecek şekilde çevirdi.
Sonra bu açık ucu, cıva dolu bir kabın içine
daldırdı.
Parmağını çektiği zaman, tüpün içindeki
cıvanın yüksekliğinde belirli bir düşme oldu.
Ancak yine de düşüş, belirli bir noktadan
sonra durdu.
Kuşkusuz, cıvayı tutan bir şey vardı. Torricelli,
bunu havanın basıncı olarak açıkladı.
Hava, cıva ile dolu hazne üzerinde bir baskı
yapıyor, bu baskı da cıva yüksekliğinin belirli
bir düzeyde kalmasını sağlıyordu. Böylece
Torricelli, hava basıncını ölçmeye yarayan ilk
barometreyi yapmış oldu.
İLK FIÇI
Romalı tarihçi İhtiyar Pliny'nin kitaplarında,
M.S. 1. yy'da Alpler'de yaşayan şarap yapımcılarının
ürettikleri şarabı, tahta fıçılara nasıl
doldurdukları anlatılır. Almanya'da Ortaçağ'dan
itibaren yekpare ahşap şarap fıçılarının
yapımına başlandı. O yıllarda yapılan fıçılardan
birinin 1 milyon galon alabilecek
hacme sahip olduğu rivayet edilir.
İLK BATON
Bir orkestra şefinin, orkestra üyelerine konser
sırasında belirli zaman işaretleri vermesi
gerekir. Kimi yönetmenler, 1687 yılında Paris'te
ölen ünlü besteci ve orkestra şefi Jean-
Baptiste Lully gibi ayaklarını hızla döşemeye
vurarak bu işareti veriyorlar, kimileri ise daha
başka yöntemlerden yararlanıyorlardı,
1820 yılında Alman besteci ve orkestra şefi
Louis Spohr, Londra'da verdiği konser sırasında,
ilk kez baton (sopa) kullandı ve sopayı
müzik dünyasına kazandırdı. Hem zaman-
48
lama, hem de ritm işareti vermeye yarayan batonlann
günümüzdeki örnekleri, yaklaşık 60
cm uzunluğundadır. Elle tutulan bölümleri
mantardan yapılmıştır.
İLK SEPET YAPIMI
Otlardan, kamışlardan ve ince dallardan sepet
ya da sele yapımının kökeni, Taş Devri insanına
kadar dayanır. Ortadoğu'da 10 bin
yıllık hasırlar, çeşitli kazılar sırasında ortaya
çıkarılmıştır. Elde edilen bulgulara bakılırsa,
tahıl depolamak amacıyla çok büyük seleler
de yapılıyordu.
İLK YATAK
Döşek stili minderler, M.Ö, 2500 yıllarında
Mısır'da kullanılıyordu. Eski Yunanlılar ve
Romalılar dönemlerinde şölenlerde üzerine
oturmak, geceleri de yatmak için döşeklerden
yararlanıldı. 1600'lü yıllara kadar yatak, yalnız
zenginliği ve gücü vurgulayan bir sembol
niteliğindeydi.
Demircilerin, ateşi güçlendirmek için kullandıkları
körüklerin ilk örneklerinin, 4 bin yılı
aşkın bir geçmişi yardır. Ortadoğu'da yapılan
bazı kazılarda, M.Ö. 2300 yıllarında kullanıldığı
sanılan demirci körlükleri butundu. Romalılara
kadar yalnız demircilerin hizmetinde
olan körükler, o yıllardan itibaren müzisyenlere
de yararlı olmaya başladı. Körüklere bağlanmasıyla,
bazı nefesli sazların çalınması, son
derece kolaylaştı.
İLK BEYAZLATMA TOZU
1700'lü yıllarda, beyazlatmak ya da ağartılmak
istenen çamaşırlar, bazi alkalik sıvılar içine
batırılır, sonra da kurumaları için güneş
altına asılırdı. Tekstil endüstrisinin gösterdi
ği hızlı gelişme üzerine, dokumaları ağartmak
için daha etkin ve çabuk bir yönteme gereksinim
duyulmaya başlandı.
1785 yılında Fransız kimyacı Claude Louis
Berthollet, o günlerde yeni bulunmuş olan klorür
gazından yararlanarak, yeni bir aklaştırıcı
sıvı geliştirdi. 14 yıl sonra İskoçyalı kimyacı
Charles Tennant ise, bu sıvıyı toz haline getirmeyi
başardı.
Günümüzdeki beyazlatma tozlarında ise,
sodyum hipoklorit ya da kalsiyum hipoklorit
gibi çok daha etkin kimyasal maddeler kullanılmaktadır.
İLK KÖRÜK
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK DUŞLARDAN BİRİ
1840'lı yıllardan kalma olan bu duş, İngiltere'nin Chatsworth
yöresinde Devonshire Dükü'nün malikânesinde kullanılıyordu.
Alttaki hazneye konan su, yandaki el pompasının yardımıyla
üst hazneye pompalanıyor, oradan da duş şeklinde
banyodaki kişinin üzerine dökülüyordu.
49
İLK BANYO
Romalılar döneminde banyo yapmak, bir uygarlık
belirtisi sayılıyordu ye bu nedenle hemen
her evde bir banyo vardı. M.S. 5. yy'da
Roma İmparatorluğu'nun çökmesiyle birlikte,
bu güzel alışkanlık Avrupa kıtasında büyükölçüde
ortadan kalktı. Öyle ki, 1837'de
Kraliçe Victoria, İngiliz İmparatorluğu'nun
başına geçtiği zamanlar bile, Buckingham Sarayı'nda
banyo yoktu. 1870'li yıllara gelinceye
değin, banyo yapmak, insanlar için bir
külfet niteliğindeydi. Bazı insanlar,'ara sıra
sağlıklı olacağı gerekçesiyle soğuk duş alırlardı.
Ama, soğuk suyla banyo yapmalarının asıl
nedeni, mutfak sobası üzerinde banyo yapmaya
yarayacak kadar su ısıtmanın güçlüğü idi.
Üstelik, ısıtılan bu suyun banyo yapılacak yere
taşınıp bir tas ya da başka bir araç yardımıyla
boşaltılması Rahmeti de vardı. Boyalı galvanize
metalden yapılan İlkbanyo ısıtıcıları,
başlıca iki tipte üretiliyordu: Yarım banyo ve
duşlu banyo. Duşlu banyolarda, suyun bir el
pompası aracılığıyla yukarı pompalanması gerekiyordu.
Bu yüzden insanlar, bir yandan sabunlanırken,
bir yandan da su pompalamak
zorunda kaldıkları için çok zorluk çekiyorlardı.
Yarım banyolarda ise, insanın ancak oturmasına
yetecek küçüklükte küvetler vardı. Bu
yüzden, bu kuvetlere "kalça banyosu" da deniliyordu.
İçine giren kişi ya dizlerini göğsüne
çekmek ya da bacaklarını küvetten dışarı
sarkıtmak zorunda idi. 1880'li yıllardan itibaren,
bugün bildiğimiz uzun küvetler ve duş sistemi
geliştirildi. Sıcak su kolaylığı sağlandı ve
banyolar yeniden yaygınlaştı.
Türk hamamları ise, yüzyılımızın başından
itibaren rağbet görmeye başladı. Bu hamamlarda,
önce buhar banyosu yapılıyor, sonra da
keseleniliyordu;. Avrupalılar, bu keseleme işlemini
biraz değiştirerek, adına "masaj" dediler.
Daha sonra alınan bir ılık duşla, banyo
tamamlanmış oluyordu.
Bugün bildiğimiz saunaların ilk örnekleri
ise, 1890'lardan itibaren Fin hamamı adı altında
evlere kadar girdi. Her tarafı kapalı bir
kutunun içine yerleştirilen bir soba sayesinde,
kutu içinde büyük bir hararet sağlanıyordu.
Kutunun kapısı dışarıdan açılıyor, içeriye birisi
girdikten sonra da yine dışarıdan kapatılıyordu.
Bu yöntemin en büyük sakıncası,
içeride yanan sobanın tehlikeli bir hal alması
durumunda, içerdeki kişinin kaderiyle baş başa
kalmasıydı.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK BOMBA
Havadan atılan ilk bombalar, 1849 yılında
Avusturya ordusu tarafından, o dönemde
Avusturya İmparatorluğu'na bağlı olan Venedik'te,
ayrılıkçı bir isyanın başgöstermesi üzerine
kullanıldı. Balonlarla kent üzerine gelen
Avusturyalılar, bombalarını isyancı birliklerin
üzerine fırlattılar. Bu saldırı, ayrılıkçıların
cesaretini büyük ölçüde kırdı. 1912 yılında
İtalyanlar, Trablusgarp'taki Türk-İtalyan Savaşı
sırasında, nitrogliserinden ürettikleri
bombaları kullanarak, ilk kez uçakla bombardıman
yaptılar. Birinci Dünya Savaşı sırasında,
bombaların gelişimi sürdü. Ama asıl
büyük gelişme, İkinci Dünya Savaşı sırasında
sağlandı. Çünkü, havadan yapılan bombardımanın
önemi, açıkça ortaya çıkmıştı.
Bunun üzerine bombalar, boyut olarak büyüdü
ve özel amaçlı olarak çeşitli türlere ayrılarak,
çeşitli biçimler aldı. Bunlar, gemilere,
uçaklara ya da karada belirli yerlere yerleştirildiler
ve saldırı ya da savunma amacıyla kullanıldılar.
GÜNÜMÜZÜN BOMBALARI
İlk kez 1849 yılında balonlardan atılan bombaların yerini, bugün
son derece gelişmiş uçaklara yerleştirilen bombalar aldı.
Fotoğrafta, İngiliz-Batı Alman-İtalyan kuruluşlarınca ortaklaşa
üretilen bir Tornado uçağının gövdesinin altına yerleştirilmiş
tahrip gücü çok fazla olan bombalar görülüyor.
İLK TANSİYON ÖLÇME AYGITI
Halk arasında tansiyon aleti olarak bilinen ve
kan basıncını ölçmeye yarayan aygıt, ilk kez
1896'da İtalya'da Dr. Scipione Riva-Rochi tarafından
yapıldı ve sphygmomanometre adıyla
kullanıldı. Bu aygıtta, ana atardamarlardan
birinin üzerine bir bant içinde hava basıncı uygulanır.
Bu basıncın, kan basıncının altına düşürülmesiyle,
atış sesleri kulaktan duyulur ve
bu arada aygıtın basınç ölçerindeki rakam
okunur.
İLK ŞİŞE
İ.Ö. 1400 yıllarında, Mısır'da küçük cam şişeler
yapılıyordu. Mısırlılar, bu konuda tek-
50
niklerini ve üretimlerini hayli geliştirdiler ve
1000 yıl sonra (M.Ö. 400), Roma'ya şarap şişesi
ihraç etmeye başladılar. Ancak, cam şişelerin
Avrupa'da rağbet görmesi için, aradan
yıllar geçmesi gerekti. 16. yy'da şişeler geniş
ölçüde kullanım alanı buldu. Î775 yılında, İngiltere'de
soda ve maden suları özel şişeler
içinde satılmaya başlandı. 1821 yılında, Bristollü
camcı Henry Ricketts, belirli mamuller
için tek tip ve hacimde şişe yapmayı akıl etti.
Bunların üzerine etiket de yapıştırılıyor ve reklam
açısından çok yararlı oluyordu. 1904 yılında
Amerikalı Michael Owens, ilk tam
otomatik şişe makinesini gerçekleştirdi ve şişe
üretimi ansızın olağanüstü artış gösterdi. O
güne kadar ustalar, şişeleri ağızlarında üfleyerek
yapıyorlardı.
Şişenin ağız kısmını kapak için yivli yaphttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
mayı ilk bulan, İngiliz Francis Joseph Beltzung'dur
(1852). 1892 yılında ise Amerikalı
William Paitner, metal şişe kapağını ve açacağını
icat etti.
İLK OK VE MIZRAK
Büyük Sahra'da bulunan bazı mağara resimleri,
insanların ok ve mızrak kullanmalarının
30 bin yıllık bir geçmişi olduğunu göstermektedir.
Belirli bir uzaklıktaki düşmanı öldürmeye
ya da avlanmaya yaradığı için bu buluş, o
dönem insanı için çok yararlı olmuştu. Ortaçağ'da
kullanılan uzun mızrakların ise, 12.
yy'da Galler'den yayıldığı sanılmaktadır. Bir
insan boyundaki bu mızrakları savurabilmek,
özel bîr yetenek isterdi. Ama, iyi eğitilmiş bir
savaşçı, 200 metreden hedefine tam isabet kaydedebilirdi.
İngiliz orduları, bu mızrakların
yardımıyla, 14. ve 15. yy'da zırhlı Fransız ordularına
karşı büyük başarılar kazandılar.
İLK TOKA
Eski Yunanlıların ve Romalıların, kemerlerini
sıkıştırmak için kullandıkları tokaların biçimleri
ve işlevleri, o günden bu yana çok az
değişikliğe uğradı. Ortaçağ'da toka, önemli
bir aksesuar oldu. 17. yy'da boyları iyice küçülerek
ayakkabıların üzerine yerleştirildi.
1781 yılında Daniel Winwood, İngiltere'nin
Birmingham kentinde ilk toka makinesini yaparak,
o güne kadar bir el sanatı olan bu işkolunuda
fabrikasyon hale getirdi.
51
http://groups.google.com/group/merakediyorum
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK CASUS DİNLEME ALETLERİ
Radyo dalgalan aracılığıyla ilk ses alımı, 1902
yılında Eastern Telegraph şirketi tarafından
çalışmalarını rahatlıkla sürdürebilmesi için
Cornwall'de, Guglielmo Marconi için kurulan
istasyonda gerçekleştirildi. Birinci Dünya
Savaşı sırasında, karşıt ordular, birbirlerinin
radyo sinyallerini dinlemek için özel birlikler
kurdular.
Dinleme aletlerindeki asıl gelişme ise, transistör
ve lazerin icadıyla dev boyutlara ulaştı.
Transistörlü ilk küçük casus dinleyiciler,
1950'li yıllarda yapıldı. Pille çalışan bu dinleyiciler,
yaklaşık yüz metrelik menzile sahiptiler.
Kül tablası, sigara kutusu ve kalem gibi
küçük araçların içine kolaylıkla yerleştirilebiliyordu.
Telefon dinleme araçları ise, bu alanda yeni
bir çığır açtı. Casus dinleyici, telefonun ahizesine
yerleştirildikten sonra yapılacak tek şey,
herhangi bir yerden, dinleyicinin yerleştirildiği
telefonun numarasını çevirmekti. Numara
çevrildiğinde, casus alet faaliyete geçecek, ancak
telefon çalmayacağından konuşmaları
dinlenen kişinin hiçbir şeyden haberi olmayacaktı.
1970'lerde geliştirilen lazerli dinleme yöntemleri
ise, herhangi bir pencereye gönderilen
lazer ışınları, odanın içindeki sesleri ısının kaynağına
geri getiriyordu. Cam ne kadar kirliyse,
casusların işi o denli kolay oluyordu.
Çünkü, kirli camlar, lazer ışınlarının kırılıp geri
dönmesini kolaylaştırır.
İLK KÖR ALFABESİ
Körler için ilk alfabe, kendisi de kör olan
Fransız Louis Braille tarafından, 1824 yılınr
da gerçekleştirildi. Louis Braille, üç yaşındayken
gözlerini yitirmişti. 15 yaşına geldiğinde,
kendisi için özel bir alfabe buldu. Bu alfabede,
altı kabartma nokta, değişik kullanış biçimleriyle
bütün harflerin yerini alıyor,
görmeyen bir kişi de parmak uçlarıyla noktaların
konumlarını duyumsayarak yazılanları
okuyabiliyordu. Braille alfabesi, günümüz
görmeyenleri arasında da çok yaygın bir biçimde
kullanılmaktadır. 1786 yılında Valentin
Hany adlı bir başka Fransız, körler için
bildiğimiz Latin harflerinin kabartmalarını
yaptı. Ama bu sistem, Braille'ın noktalan kadar
tutulmadı. Çünkü noktaları okumak, görmeyenler
için daha kolay ve daha çabuk
oluyordu.
İLK SUTYEN
M.S. 3. yy'dan kalma bir Sicilya mozaiğinde,
bikini giymiş bir kadın figürü görülürse de,
geçmiş dönemlerde, özellikle belin üst kısmını
kavrayan iç çamaşırları, genellikle çok büyük
ve dardı. Vücudu da sımsıkı sarardı.
Bunlar, 19. yy'ın sonlarında yerlerini korselere
bıraktılar. Korse giyen kadınlar, dimdik
dolaşıyor, otururken bile yeterince rahat edemiyorlardı.
1900'lerin başında, cendere gibi iç
çamaşırlarına karşı ilk tepkiler başladı.
1903 yılında Londralı Bayan Kate Morgan,
yeni tür bir korsenin patentini aldı. Bu korsede,
göğüsleri saran kısım, daha yumuşaktı. Altı
yıl sonra "Vogue" dergisinin ABD'de
yayınlanan baskısında, "ayrı bir göğüs
giysisinin" ilk reklamı yayınlandı.
1913 yılında Amerikalı Bayan Mary Phelps
Jacob ya da bilinen adıyla Bayan Caresse
Crosby, ilk sutyeni yaptı. Bu ilk örnekte, iki
cep mendili, ortadan bir şeritle birbirine birleştirilmiş,
lastik şeritlerle de sırttan bağlanmıştı.
İLK EKMEK
Ekmek, binlerce yıldır insanoğlunun temel gıdası
olma özelliğini korumaktadır. Günümüzden
9 bin yıl önce, Mezopotamya'da ilkel tahıl
ürünlerinin tarımı yapılıyordu. Hemen hemen
aynı dönemde de Amerika kıtasında, California
yöresinde yaşayan yerliler de, ekmeklik un
elde edebilmek için bazı ürünleri ekip biçi-
53
http://groups.google.com/group/merakediyorum
yorlardı.
Önceleri tahıl iki düz taş parçası arasında
ezilerek un haline getiriliyordu. Bu un, suyla
karıştırıldıktan sonra açık havada yakılan
ateşler üzerine yerleştirilen kızgın taşların üzerinde
pişirilerek ekmek haline dönüştürülüyordu.
Un elde etmek için buğday, arpa, çavdar,
mısır ve darıdan yararlanılıyordu. Eski Mısırlılardan
kalma duvar resimlerinde, taşların
arasında tahıl ezerek un elde etmeye çalışan
kadınları canlandıran tablolar da vardır. O
dönemin ekmekleri, oldukça sertti. Ancak,
yassı somunların askeri kamplara ya da av
bölgelerine taşınması da, oldukça kolaydı.
Günümüze kadar kalabilen ilk ekmek örnekleri,
Hindistan'da bulunan çapati ile îskoçya'
nın yulaf ekmeğidir.
Yukarıda bahsettiğimiz ekmek türlerinin
hiçbirisinde, maya kullanılmadığından, hepsi
de basık ve sertti. Mayanın bulunuşu bir
rastlantı sonucu oldu. M.Ö. 2000 yılında, Mısırlı
bir fırıncı, hazırladığı ekmek hamurlarını
güneşin altında unuttu. Bu arada hamur
mayalanmıştı. Fırıncı, unuttuğu hamurlan
anımsayıp onları fırına koyunca, pişen ekmeklerin
kabardığını gördü. Aynı dönemde Mısırlılar,
kubbe şeklinde kapalı fırınları yapmayı
da başardılar. Bu tür fırınlar içinde, ısı, ekmeğin
her tarafından eşit şekilde geçiyor ve
böylece daha lezzetli ve kontrollü bir pişirim
sağlanıyordu.
M.Ö. 1. yy'da Yunanlılar, su değirmenini
buldular. M.S. 700 yılında da Araplar, yeldeğirmenini
yaptılar.
Beyaz undan yapılmış ekmek ise, Avrupa'da
un elde etmenin güçlüğü nedeniyle, geniş
halk kitlelerinin ulaşamayacağı bir lükstü.
1880 yılında İsviçre'de ilk başarılı değirmen
yapıldı. Bu değirmen, unun rengini karartan
kepekleri de eliyordu ve has undan ekmek yapımı
yaygınlaştı.
Günümüzde ise ekmekler, fırınlarda da
üretilmekle birlikte, genellikle fabrikalarda pişirilmekte
ve içlerine vitamin gibi bazı katkı
maddeleri de eklenmektedir.
İLK TUĞLA
Bugüne dek bulunabilen en eski tuğlalara, Filistin'de
bir kazıda rastlandı. 8 bin yıllık oldukları
saptanan bu tuğlalar, güneşte pişirilmiş
balçıktan yapılmıştı. M.Ö. 3000 yılında
Mısırlılar, pişirdikleri tuğlaların sonradan çatlamasını
önlemek için, balçığın içine saman
parçaları koymayı öğrenmişlerdi. Özel kalıplar
içinde dökülen bu karışım (kerpiç), ara sıra
tersyüz edilerek güneşte kurutuluyordu. Isı
54
arttıkça tuğlaların daha dayanıklı olduğunu
farkeden Mezopotamyalılar, tuğlaları güneşin
altında kuruttuktan sonra, bin dereceye varan
sıcaklıktaki fırınlarda ayrıca pişirdiler.
Endüstri devrimi sırasında, tuğlaların yapımı
da fabrikasyon haline getirildi. İlk tuğla
makinesi, 1825 yılında İngiltere'de yapıldı. Ticari
açıdan başarılı olan ilk tuğla üretim tesisleri
ise, 1879 yılında yine İngiltere'de,
Richard Bennett tarafından kuruldu. 1930 yılından
itibaren ise çimento ve kül karışımından
biriket üreten tesisler kuruldu.
İLK FIRÇA
İspanya'nın kuzeyinde bulunan ve M.Ö. 25
bin yıllarından kaldıkları saptanan Taş Devri'ne
ait duvar resimlerinin hayvan tüylerinden
yapılmış fırçalarla boyandığı
anlaşılmaktadır. M.Ö. 2000 yılında yapılan
Yunan freskleri de, bir sapın ucuna geçirilmiş
hayvan kıllarından elde edilen fırçalarla boyanmıştı.
Elbise fırçalarının kökeni ise, 1400'lü yıllara
dayanır. O tarihlerde, köpek kılları düzenli
bir biçimde kesildikten sonra, tahta bir
kalıba yerleştiriliyor ve böylece fırça elde ediliyordu.
İLK BULDOZER
1870'li yılların ortalarında, Amerika'da geniş
çaplı hafriyat işlemlerinde atlar tarafından çekilen
kepçeler kullanılıyordu. 1900'lü yılların
başlarında, daha sonra ABD'de Caterpillar tesislerini
kuracak olan Benjamin Holt, buharlı
bir traktörün tekerlerine palet yerleştirdi.
1923 yılında bu traktörün önüne bir de kepçe
eklendi. Sekiz yıl sonra dizel motorlarının takılmasıyla,
modern buldozerin ilk örneği geliştirilmiş
oldu.
1930'larda Almanya'da buldozerler, dev
otobanların yapılmasında büyük yarar sağladı.
1945 yılından sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın
ardından, İngiltere'de ve Avrupa'da
buldozerlere yeniden çok iş düştü. ABD'de de
hızlanan inşaat sektörü, bu araçtan alabildiğince
yararlandı.
Günümüzde Japonlar, su altında uzaktan
kumanda ile çalışabilen ve denizaltı tünellerin
yapımında kullanılması amaçlanan buldozerlerin
denemelerini sürdürmekteler.
İLK DÜĞME
Metal düğme, uygarlığa Romalıların bir katkısıdır.
Ancak, Romalılardan çok daha önce,
M.Ö. 2000 yıllarında, Yakındoğu'da düğme
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Sir Samuel White Baker ve eşi, 1878 yılında Londra'dan aldıkları çingene arabasını karavan haline getirerek, Kıbrıs'a geldiler.
Amaçlan, bu yeni ulaşım aracıyla bir ada turu yapmaktı. 29 Ocak 1879 'da Larnaka 'dan yola çıkarak tüm Kıbrıs't gezdiler.
min ünlü sirk sahiplerinden Antoine Franconi
için Paris'te bir karavan yaptırıldığı bilinmektedir.
O yıllarda karavan sözcüğü İngiltere
ve Fransa'da, evsiz kölelerin taşınmasına
yarayan araba-vagonlar için kullanılıyordu.
Sözcüğün aslı ise Farsça "kervan" sözcüğünden
kaynaklanmıştır.
İLK KARAVANLAR
İçinde normal günlük yaşamın sürdürüldüğü
ilk karavanlar, 19. yüzyılın başlarında, gezgin
tiyatro sanatçıları tarafından geliştirildi. Bu
konudaki kayıtların son derece yetersiz olmasına
karşın, 1830'lu yılların başlarında, dönekullanıldığı
biliniyor. Bu ilk düğmeler, genellikle
hayvan kemiklerinden ya da tahtadan yapılıyordu.
13. yy'dan itibaren düğme, Avrupa'
da da yaygın bir biçimde kullanılmaya başlandı.
1700'lü yıllarda, İngilizler, düğmeleri Afrika'dan
köle almak için kullanıyorlardı.
55
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İDAM CEZASINI KALDIRAN
İLK ÜLKE
1825 yılı Aralık ayında, kardeşi I. Aleksandır'-
ın yerine tahta geçen Rus Çarı I. Nikolas'ın
saltanatının ilk yıllarında, kendisini devirmek
üzere Meşrutiyetçiler, bir devrim denemesine
giriştiler. Hareketin önde gelenlerinden 579 kişi,
özel bir mahkeme önünde yargılandı. Bunların
yarısına yakın bir bölümü beraat etti. Geriye
kalanlardan 31'i Sibirya'ya sürgüne gönderildi,
85 kişi çeşitli hapis cezalarına çarptırıldı.
Birçoğu, çeşitli kentlerde zorunlu ikamete
tabi tutuldu, beş sanık da idama mahkûm
oldu. İdam mahkûmlarının cezalan yerine getirildikten
sonra olaydan derin bir üzüntü duyan
Çar I. Nikolas, bir bildiri yayınlayarak,
o tarihten sonra, vatan hainlerinin dışında hiçbir
mahkûmun idam cezasına çarptırılmamasını,
daha önce idam cezası verilenlerin de Sibirya'ya
gönderilmelerini emretti. Aynı emir,
o dönemde Rusya'nın yönetimi altında olan
Finlandiya için de geçerliydi. Finlandiya, 1882
yılında otonomiye kavuştu. Yeni çıkarılan yasalarda,
bazı suçların karşılığında ölüm ceza
sı öngörülüyorduysa da, bu yasalar, pratikte
hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. İdam cezası,
Finlandiya'da 1949 yılında resmen yasaklandığında,
bu ülkede son infaz 1824 yılında
yapılmıştı.
KARAVANLA İLK TUR
Karavanla turistik amaçlı geziye çıkan ilk kişi,
Albert Gölü'nün de kâşifi olan İngiliz Sir
Samuel White Baker'dır. 1878 yılında, Sir Baker,
Kıbrıs'a bir araştırma ve inceleme gezisi
yapmayı planlayınca, bir çingene arabası satın
aldı. İngiltere'den ayrılmadan önce, Soho'-
daki Glover firması tarafından araba boyandı,
gerekli eklemeler ve onarım yapıldı. Sir Baker'in
notlarına göre, "Arabada bir portatif
yatak, raflar, rafların altında bir gardrop, birkaç
çekmece, kullanılmadığı zaman duvara
asılan bir masa, mutfak eşyaları için birkaç kilitli
dolap, ızgara ve soba vardı." Eşi, yarım
düzine hizmetkârı ve üç köpeğiyle 29 Ocak
1879 günü, altı aylık bir tur için Larnaka'dan
hareket etti. Gerçi karavan, bir çift öküz tarafından
çekiliyordu ama, içinin rahatlığı ve
gece geçen huzurlu saatler, Sir Baker ve karısına
günün yorgunluğunu unutturuyordu. Karavanla
ilk gece konakladıktan sonra Sir Baker,
defterine şu notu düştü: "Eğer dünyanın
çevresi gereksiz bir ekvator yerine, çok iyi bir
yolla çevrelenmiş olsaydı, bu karavanla sonsuza
dek yolculuk yapabilirdim."
56
TATİL GEZİSİ İÇİN
YAPILAN İLK KARA VAN
Bu tür bir gezi için kullanılmak üzere düşünülen
ilk karavanın planlan ünlü çocuk öyküleri
yazarı Dr. Gordon Stables tarafından
çizildi. 1885 yılı baharında Bristol Wagon Co.
şirketince yapılan bu karavanın uzunluğu 3
metre 60 santim, ağırlığı ise 2 tondu. İçindeki
iki bölümden biri mutfak ve yemek odası olarak
kullanılıyordu. İkinci bölümdeki oturma
odası ise, çekmeceler, masa, şifonyer, küçük
bir piyano, gümüş şamdanlar, bir İran halısı,
müzik dolabı ve küçük bir armonika ile döşenmişti.
Duvara bir de ranza ilave edilmişti.
Uşağı, yer yatağını hazırlarken, Dr. Stables
da, bu ranzada dinleniyordu. Arabanın sürücüsü
John ise, dışarıda kurulan bir çadırda yatıyordu.
Uşak Foley, 1885 yılında İngiltere'-
de yapılan yaklaşık 2 bin kilometrelik gezi boyunca,
karavanın arkasından üç tekerlekli bir
bisikletle gitti. Bundan amaç, karavanın rahat
ve kullanışlı olduğunu kanıtlamaktı.
İLK MOTORLU KARA VAN
Motorlu ilk karavan, 1897 yılında Paris'te Jeantaud
tarafından, o zamanki Rus Çarı'nın
amcası Prens Oldenburg için yapıldı. 30 beygir
gücünde De Dion marka buhar motoru tarafından
hareket ettirilen bu karavan, saatte
yaklaşık 30 kilometre hız yapabiliyordu. 10
metre uzunluğundaki karavanda odaların kapıları,
tren vagonlarında olduğu gibi, bir koridora
açılıyordu. Bu karavan, o döneme göre
öylesine moderndi ki, mutfağında musluğu,
tuvaleti, karoserinin altında köpekler için
kafesi, üstünde iskemleli bir terası vardı. Çatısında
bulunan su ve yakıt tankı, 500, kilometrelik
bir gezi için gerekli ihtiyacı karşılıyordu.
İç kısmı tamamen maun kaplama olan karavanın
dışı açık yeşil renge boyanmıştı. Değeri
ise, motoruyla birlikte 1200 pounddu.
BENZİNLE ÇALIŞAN İLK
KARAVAN
1901-1902 yıllarında, P.aris'te Panhard et Levassor
şirketi tarafından 3 bin pound karşılığında
Dr. E.E.Lehwess için yapılan ilk benzin
motorlu karavan, 25 beygir gücündeydi.
Dr. Lehwess, bu araçla, dünyanın çevresini
dolaşan ilk kişi olmayı düşlüyordu. Passe-
Partout adlı kanarya sarısı karavanıyla, 1902
yılı Nisan ayında, törenle Londra'dan harehttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
ket etti. Paris, Berlin, Varşova ve St. Petersburg
üzerinden Avrupa'yı dolaştı. Ne yazık ki,
Gorki kenti yakınlarında silindirler çatladı ve
bu güzelim karavan, karların arasına terk edildi.
Dr, Lehwess, planlanan gezinin ancak beşte
birini tamamlamıştı.
İLK SERİ KARA VAN ÜRETİCİSİ
1919 yılında İngiltere'nin Chelsea kentinde
Grosvenor Caravans adlı şirketi kuran G.J.
Haymoulder, eski tren vagonlarını satın alarak
ilk seri karavanları üretti.
İLK KARAVAN KİRALAMA
SERVİSİ
Karavan kiralayan ilk kuruluş, Belçika'nın
Ostend kentinde faaliyet gösteren Auto-salon-
Luxe adlı şirkettir. Şirket, 1920 yılında, 4 kişilik
lüks Pulmann koltuklu karavanları, Flanders
muharebelerinin geçtiği yerleri gezmek isteyen
kişilere kiralıyordu. Yat tipinde inşa edilen
araçların içinde elektrikli bir mutfak da
vardı.
İLK KOPYE KÂĞIDI
İlk kopye kâğıdı Londra'da Ralph Wedgwood
tarafından bulundu ve 7 Ekim 1806 günü,
"yazılan çoğaltmaya yarayan araç" adı altında
patenti alındı. Wcdgwood, ince bir kâğıt
tabakasını mürekkebe batırıyor, sonra bu tabakayı,
kurutma kâğıdının arasında kurutuyordu.
Wedgwood'un ne zaman seri üretime
geçtiği kesin olarak bilinmiyor. Ancak, 1820'li
yıllarda, bu işten çok para kazanmış bir işadamı
olarak Oxford Caddesi'nde yazıhane sahibi
olduğu biliniyor.
İLK KALP AMELİYATI
Doğrudan kalbi ilgilendiren ilk ameliyat, 9 Eylül
1896 günü, Frankfurt kent hastanesinde
Doktor Louis Rehn tarafından gerçekleştirildi.
Hasta, 22 yaşındaki bahçıvan yamağı William
Justus'tu. Meyhanede çıkan kavgada,
kimliği bilinmeyen bir saldırgan tarafından
göğsünden yaralanmıştı. Sağ karıncıkta, 1.5
santimetre uzunluğunda bir yara görüldü. Yaradan
kan büyük bir hızla akıyordu. Yara,
ipek tamponlarla kapatıldı ve plevra ile kalp
zarı çevresindeki kan birikintisi temizlendi.
Hasta, kısa süre içinde tamamen iyileşti. 10
yıllık meslek yaşamı süresinde Dr. Rehn tarafından
gerçekleştirilen 124 kalp ameliyatında,
hastalardan yüzde 40'ı iyileşti. Daha önce,
kalbinden yaralanan kişilerde ölüm oranı
yüzde yüzdü.
İLK KALP NAKLİ
İlk kalp nakli, 2 Aralık 1967 günü, Güney Afrika'nın
Cape Town kentinde Groote Schuur
Hastanesi'nde Doktor Chnstian Barnard tarafından
gerçekleştirildi. Louis Waskansky
adlı bir toptan bakkaliyeci, yıllardır kronik
kalp hastalığından şikâyetçiydi ve artık ölümün
eşiğine gelmişti. Bir trafik kazasında beyni
parçalanan 25 yaşındaki Denise Darvali adlı
gencin kalbi alınarak Waskansky'ye takıldı.
Altı saat süren ameliyat sırasında, Dr. Barnard'a
30 kişilik bir ekip yardım etti. Louis
Waskansky,yeni kalbiyle 18 gün yaşadıktan
sonra, akciğer iltihabından öldü.
İLK HALI SÜPÜRGESİ
Kullanılabilir ilk halı süpürgesinin patenti, 19
Eylül 1876 günü, Michigan'da, Melville R.
Bissell tarafından alındı. Bir porselen mağazası
işleten Bay Bissell'in, toza karşı alerjisi
vardı ve bu nedenle sık sık başı ağrıyordu. Hiç
değilse yerdeki halıları toz kaldırmadan süpürebilecek
bir aygıt yapmayı kafasına koydu ve
sonunda bu amacına ulaştı. Geliştirdiği pratik
aygıtın birçok parçası, parça başı anlaşan
ev kadınlarınca üretiliyor, daha sonra Bay
Bissell, eşiyle birlikte bunları monte ediyordu.
Bay ve Bayan Bissell, daha sonra ürünlerini
pazarlamak üzere Bissell Halı Süpürgeleri adlı
bir şirket kurdular.
İLK OTOMATİK KASA
4 Kasım 1879 günü, ABD'nin Ohio eyaletinden
James J. Ritty, ilk otomatik kasanın patentini
aldı. Dayton kentinin ana caddesinde,
bir bar işleten Ritty, meşgul olduğu anlarda
müşterileri tarafından o kadar çok soyuldu ki,
sonunda sağlığı bozuldu ve iyileşmek amacıyla
bir Avrupa turuna çıktı. Gemiyle Avrupa'ya
doğru gelirken, gözü pervanelerin dönme sayısını
kaydeden bir makineye ilişti. Bu ona,
otomatik kasaların ana çalışma prensibiyle ilgili
en önemli ipucunu vermişti. Patentini aldıktan
sonra, kasayı geliştirmeye devam etti
ve 1884 yılında buluşunu değerlendirmek üzere
National Cash Register adlı bir şirket kurdu.
57
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK KATAMARAN İLK ÖZEL ŞOFÖR
(İki tekneli kayık)
"Experiment" adlı ilk katamaran, Dublin'de
Sir William Petty için yapılarak 22 Aralık
1662 günü suya indirildi. 30 ton ağırlığında
yük alabilen katamaran, 5 silaha sahipti ve
30 kişilik mürettebat tarafından yönetiliyordu.
1663 yılı Ocak ayında, ilk açık yat yarışını
kazandı. Temmuz ayında da Dublin Yarışması'nın
birincisi oldu. Dönemin kralı, kendisi
de çok iyi bir denizci olan II. Charles'tı.
Önceleri Experiment'ı hiç ciddiye almadı ama,
sonraları Sir William'ın buluşuna hayran oldu.
İLK YARDIM TOPLAMA
YÜRÜYÜŞÜ
Bu tür bir yürüyüş, Dünya Mülteciler Fonu
yararına, İngiltere'nin Lechtford kentinden
Kenneth Johnson tarafından düzenlendi. 26
Aralık 1959 günü başlayan yürüyüşe, 20 erkeğin
yanında bir de genç kız katıldı. Yürüyüşçüler,
giriş ücreti olarak 1 sterling ödediler.
Kampanyanın destekçileri ise, yürünen her mil
için bir sterling vermeyi garanti ettiler. 50 mil
mesafeli yürüyüşün ilk 13 milinden sonra 10
kişi pes etti. 23'üncü milde 3,25'inci milde 1
kişi daha yürüyüşü bıraktı. Son noktaya yaklaşılırken
ekipte sadece Johnson ve iki arkadaşı
kalmıştı.
İLK CHARTER SEFERİ
28 Haziran 1911 günü yapıldı. O gün,
"Olympic" adlı gemi, New York'tan Londra'ya
dönüyordu. Yolcular arasında bulunan
Philadelphialı tüccar W.A. Burpee, geminin
hareketine çok az bir süre kala gözlüklerini
kırmış ve onarılmaları için Wanamaker adlı
mağazaya göndermişti. Burpee, daha sonra tamirci
mağazaya bir telsiz mesajı çekerek, gözlüklerinin
Londra'daki adresine gönderilmelerini
istedi. Wanamaker'm sahiplerinden biri,
dönemin ünlü havacılarından Tom Sopwith'in,
"Howard Wright" tipi uçağıyla New
York'ta bulunduğunu duymuştu. Burpee'nin
gözlükleri de onarılmıştı. Sopwith'e belli bir
ücret karşılığında gözlükleri gemiye götürmesini
önerdiler. Sopwith, öneriyi kabul etti ve
derhal havalanarak Olympic'in peşine düştü.
Çok geçmeden gemiyi yakaladı ve gayet iyi
ambalajlanmış emanetini bir hayli alçaldıktan
sonra güvertenin üzerine attı.
58
Başkasının arabasını ücret karşılığında kullanan
ilk profesyonel şoför, İngiltere'nin Sussex
kentinden Edward G.Thompson'dur. Patronu
Evelyn Ellis, Paris'ten satın aldığı Panhard
Levassor marka arabasını getirmek üzere
Thompson'u 1895 yılı Haziran ayında Fransa'ya
gönderdi. Bay Thompson, böylece İngiltere
yollarında benzinle çalışan ilk yarım düzine
arabadan birini kullanan şoför unvanını
da kazandı.
İLK ÇEK
Hamiline yazılmış ilk çek, 22 Nisan 1659 günü,
Londra'da Nicholas Vanacker'a ödendi.
10 pound değerindeki bu çeki ödeyen banka,
"Clayton and Morris"ti. El yazısıyla yazılmış
olan çekin aslı, 1976 yılı Aralık ayında Londra'da
Sotheby's müzayede salonlarında yapılan
bir açık artırmada 1300 pounda satıldı. Bugün
kullandığımız çeklerin atası olan bu ilk
çek, tıpkı günümüzdeki örnekleri gibi düzenlenmişti.
Miktar, önce yazıyla, sonra da rakamla
belirtilmişti.
ÖDENEN İLK BASILI ÇEK
Günümüze kadar kalabilen ilk basılı çekin
üzerinde, "4 Mart 1763" tarihi vardır. Hoare's
Bank adlı İngiliz bankasına ait bu çek,
John Calcroft tarafından, David Roberts'a 5
bin pound ödenmesi için düzenlenmişti. Özel
perfore bantlı ilk çekler ise, 5 Temmuz 1864
yılında yine Hoare's Bank tarafından bastırıldı.
İLK ÇİKLET
Ticari olarak ilk çikleti 1848 yılında John Curtis
evindeki sobanın üzerinde üretti ve "State
of Maine Pure Spruce Gum" adı altında pazarladı.
1850 yılında Portland'a taşındı ve
"Şekerli Kaymak", "Beyaz Dağ", "Dördü
Birden", "En Büyük ve En Güzel" gibi adlarla
parafin çikletler üreterek sattı. Bu arada,
sattığı çikletlerin içine bazı armağanlar
koymayı da unutmadı. Sakızla birlikte verdiği
ilk armağan, Amerikan bayrağıydı. Otomatik
aygıtlarla ilk çiklet satışına ise 1888 yılında
başlandı. "Tutti-Frutti" marka çikletleri
satan otomatik makineler, New York'un çeşitli
yörelerindeki istasyonlara Adams Gum
Co. adlı şirketten Thomas Adam tarafından
yerleştirildi.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK ÇOCUK DERGİSİ
1751 yılında, John Newberry tarafından yayınlandı.
Orijinal adı "The Lilliputian Magazine"
idi. "Genç beyefendilerin ve genç hanımefendilerin
mutlaka okumaları" önerilen
bu derginin boyutları, 10 cm x 5 cm idi. (Dergiye
Lilliputian adının verilmesinin nedeni de
buydu. Bilindiği gibi, Lilliput, Gulliver'in gittiği
cüceler ülkesinin adıdır). İçinde kısa öyküler,
fıkralar, şiirler ve bilmeceler vardı. Ayrıca
resimlerle süslenmişti. Ayda bir yayınlanan
bu dergi, 19. yüzyılda yayına başlayan
benzerlerinin tersine, ahlaki eğitim vermek yerine,
hoşça vakit geçirtmeyi amaçlıyordu. Son
sayısı 3 Temmuz 1752'de yayınlandı. Bu sayıda,
derginin okuyucuları tarafından kurulan
kulübün üyelerinin bir listesi vardı. Listeden
anlaşıldığına göre, dergi, Atlantik'in her
iki yanında da okuyucu bulmuştu.
ERKEK ÇOCUKLAR İÇİN
İLK DERGİ
"Boy's Own Magazine" adlı dergi, 1855 yılı
Ocak ayında, S.O. Beeton tarafından yayınlanmaya
başlandı. İçinde Mayne Reid gibi ünlü
yazarların öyküleri, büyük kahramanların
özyaşam öyküleri, sportif konular, çeşitli serüvenler
ve resimli romanlar vardı. Öyküler
de ayrıca resimlenmişti. Bu dergi öylesine tutuldu
ki, 1862 yılında tirajı 40 bine yükseldi.
Bu sayı, o döneme göre bir rekordu. Beeton,
ayrıca dergisinde çocuklar için çeşitli yarışmalar
açan ilk yayıncı oldu. Bu yarışmalarda birinci
gelenlere gümüş kalemler armağan edildi.
İLK EL VE AYAK BAKIMCILARI
Günümüzde manikürcü ya da pedikürcü olarak
faaliyet gösteren el ya da ayak bakımcılarının
ilk ustaları, 1593 yılında Londra'da ortaya
çıktı. O dönemde yazdığı "Garip
Haberler"adlı yapıtında Thomas Nashe, bazı
insanların geçimlerini başkalarının nasırlarını
keserek kazandıklarını belirtiyordu. O dönemin
pedikür uzmanları, mesleklerini panayırlarda
ya da sokak ortalarında icra ediyorlardı.
Belirli bir yerde pedikür salonu açan ilk
uzman ise, David Low oldu. Low, 1774 yılında,
Londra'da bir otelde açtığı dükkânı ile
1780 yılına kadar müşterilerine hizmet verdi.
1785 yılında da mesleğiyle ilgili olarak "Chiropodolgia"
adlı bir kitap yazdı. The European
adlı dergi, 1785 Haziran sayısında, bu
kitaptan bazı alıntılar yaptıktan sonra, Low'-
un mesleğini küçümseyen bir yorum yayınladı.
Pedikürist yetiştiren ilk okul ise, 1910 yılında
New York Pedikürcüler Derneği tarafından
New York'ta açıldı. Biri kadın 14 uzman,
1913 yılında bu okulun ilk mezunları oldular.
Ayak bakımına ilk bilimsel yaklaşım ise, 1916
yılında, Philadelphia'da yapıldı. O yıl, Temple
Üniversitesi'ne bağlı Garreston Uygulamalı
Hastanesi, dört öğrencisini ayak bakımı dalında
eğitti ve mezun etti.
İLK SIVI ÇİKOLATA
"Public Adviser" adlı derginin 16-22 Haziran
1657 tarihli nüshasını alan İngilizler, şöyle bir
duyuru ile karşılaştılar:
"Queen's Head Alley'de, Bishopsgate
Caddesi'ndeki Fransız'ın evinde harika bir içki
var. Batı Hindistan'dan getirilen ve günün her
saatinde hazır bulunan çikolata adlı bu içkiyi
çok seveceksiniz. Üstelik fiyatı da son derece
makul."
Duyuruda sözü edilen "içki", ezilmiş kakao
tanelerine, ararot, sago ve arıtılmış şeker
eklenerek hazırlanıyordu. 19. yüzyılın ilk yarısında
ise yapımcılar bu karışıma biraz da aşı
boyası ilave ettiler. 1860'lı yıllarda üretilen
"Cadbury" çikolatalarının içeriğinde beşte bir
oranında kakao vardı. Geri kalanı, patates nişastası,
sago, un ve şeker pekmezi idi. Un, kakao
yağının tadını gidermek için eklenmişti.
YENİLEBİLİR İLK ÇİKOLATA
Bu tür çikolatalar, fabrikasyon olarak ilk kez
1819 yılında, İsviçre'nin Vevey kentinde üretildi.
Fabrikanın sahibi, François-Louis Cailler
adlı 23 yaşında bir işadamıydı, Cailler, çikolatalarını
bloklar halinde üretti ve satışa
sundu. Cailler'den bir süre önce, bazı İtalyan
ve Fransız tatlıcıların küçük atölyelerinde el
emeğiyle çikolata ürettiklerine dair bazı bulgular
da var. ,,

0 yorum:

Yorum Gönder