26 Nisan 2012 Perşembe

Milliyet Ansiklopedisi


OKYANUS AŞIRI İLK DENİZ TURU
Okyanus aşırı ilk deniz turu ise, 1867 yılında,
New York'ta Kaptan Charles C.Duncan tarafından
düzenlendi. Gezinin reklamları, "Kutsal
Topraklar'a, Kırım'a, Yunanistan'a, Mısır'a
ve birçok ilginç ülkeye yapılacak heyecanlı bir
yolculuk" olarak yapıldı. Aslında bu turun fikir
babası, Henry Ward Beecher adlı bir araştırmacıydı.
Beecher, İsa Peygamber'in yaşam
öyküsünü kaleme almak istiyordu ve bu amaçla,
Filistin'de bazı araştırmalar yapmaya karar
verdi. Böyle bir çalışma için Filistin'e giderken,
yüzlerce kişiyi de neden yanına almayı
düşündüğü, hâlâ karanlıkta kalan bir konudur.
Ancak Beecher, sonunda geziye çıkmaktan
vazgeçti. Ama Kaptan Duncan, ondan aldığı
ilhamla geziyi gerçekleştirdi. Tura katılmak
üzere 1200 dolar ve ayrıca karaya çıkılacak
her liman için 5 dolar ödemeyi kabul eden
kişiler arasında çok titiz bir seçim yapıldı.
Kaptan Duncan, sıradan kişilerin gemisine
binmesini istemiyordu. Yolcuların, belirli bir
sosyal kesimden olmaları da yetmiyor, ahlak
anlayışlarının seçim komitesininkine uyması
bekleniyordu. Ünlü yazar Mark Twain de,
"Daily Alfa Califondan" gazetesine röportaj
yapabilmek ümidiyle, yolculuk için başvurdu.
Seçim komitesinin yanına geldiğinde, "leş gibi
viski koktuğu için" şansını baştan kaybetmek
üzereydi ki, Kaptan Duncan, onu bir rahiple
karıştırdı ve böylece Twain'in gemiye
binmesi mümkün oldu. Ünlü yazar, gezinin
başlangıcında, "dans etmek, bol bol eğlenmek,
canının istediği kadar tütün içmek, şarkı
söylemek ve sevişmek" umutlarıyla doluydu.
Ancak sonuç, kendisi için tam bir düş kırıklığı
oldu. Gerçi, geziyi anlattığı "Innocents
Abroad" adlı kitabında, bu konuya pek faz-
175
http://groups.google.com/group/merakediyorum
la değinmez ama, New York Herald gazetesine
gönderdiği bir mektupta, Amerikalı turistlerin
bu ilk deniz yolculuğunu şu şekilde eleştirmekten
de geri kalmaz:
''Quaker City adlı gemimizin yolcularının
dörtte üçü, 40 ile 70 yaş arasındaki insanlardan
oluşuyordu. Gemi, adeta bir sinagoğa
dönmüştü ve 'eğlence yolculuğu' da, cenaze
töreninden farksızdı. Gemide geçen bir günlük
hayat ise, hüzün, edepli hareketler, akşam
yemeği, domino oyunları, ibadet ve dedikodudan
ibaretti."
Düzenli olarak gemi turları düzenleyen ilk
şirket ise, "North of Scotland and Orkney and
Shetland Steam Ship Co." idi. Şirket, bu
amaçla yaptırdığı "SS St. Sunniva" adlı gemiyle,
1887 yılında, Norveç fiyordlarına düzenli
yaz turları organize etti.
OKYANUS HATTINDA ÇALIŞAN
İLK GEMİ
Sabit bir tarife ile okyanus seferleri yapan ilk
gemi, "Black Ball Line" adlı Amerikan şirketine
ait 424 tonluk "James Monroe"dur. İlk
seferinde, New York'un doğu yakasından 23
numaralı rıhtımdan 5 Ocak 1818 günü hareket
etti ve 2 Şubat günü, 28 günlük bir yolculuktan
sonra Liverpool'a ulaştı. İçinde sekiz
yolcu vardı. Dönemine göre son derece lüks
olan gemide, maundan yapılmış geniş ve ferah
bir salon vardı. İpek döşemeli kamara kapılarının
yanlarında mermer sütunlar yükseliyordu.
Ayrıca yolculara her an taze et, süt
ve yumurta sunabilmek için ambarlardan bir
bölümü minik bir çiftlik haline getirilerek, burada
domuz, inek, koyun ve tavuk besleniyordu.
Ekmek ise günlük olarak pişiriliyordu.
İLK BUHARLI YOLCU
TRANSATLANTİĞİ
"Great Western" adlı gemidir. Isambard
Kingdom Brunel tarafından, Great Western
Steamship Co. şirketi için planlanan gemi, 19
Temmuz 1837'de Bristol'de kızağa kondu. 8
Nisan 1838'de, Kaptan James Hoşken yönetiminde,
ABD'ye gitmek üzere Bristol'den ayrıldı.
15 gün, 5 saat süren bir yolculuktan sonra
New York'a ulaştı. Bu ilk seferinde ortalama
8.8 deniz mili hız yapan Great Western de,
tıpkı James Monroe gemisi gibi çok konforluydu.
Geminin birinci mevkiinde 120, ikinci
mevkiinde 20, kamara altında da 100 yolcu
ağırlanabiliyordu.
176
İLK GELENEKSEL KRAVAT
1 Temmuz 1900 tarihinden itibaren İngiltere'-
nin Eton kentindeki "Eski Etonlular Derneği"
tarafından belirlendi. Dernek üyeleri, özel bir
kravat takmak fikrine üç yıl önce kapılmışlardı.
Ancak aradaki zaman, kravatın renklerinin
belirlenebilmesi için yapılan tartışmalarla
geçti. Sonunda, mavi ve siyah renkler kabul
edildi. Mavi, yüzyıllardır Eton kentini sembolize
eden bir renkti. Siyah ise, Londra'ya giden
dernek üyelerinin takabilmesi için resmi
ve başkentin ciddiyetine yakışır bir renk olarak
seçilmişti.
İLK OPERA
"Dafne" adlı yapıttır. Librettosu Ottavio Rinuccini,
müziği ise Jacopo Peri'ye ait olan bu
ilk opera, 1597 yılının başlarında Floransa
Karnavalı sırasında Palazzo Corsi'de sahnelendi.
Müziğinin hiçbir bölümü günümüze kadar
ulaşmamıştır. Konusunu ise, Apollo ile
Dafne efsanesinden alıyordu.
Gerek metni, gerekse müziği günümüze
ulaşabilen ilk opera da yine Rinuccini ve Peri
ikilisine ait olan "Euridice"dir. İlk kez, 6
Ekim 1600 günü, Floransa'da, Palazzo Pitti'-
, de sahnelendi. Orkestrada yalnızca dört parça
saz yardı.
İngilizce olarak yazılan ve İngiltere'de ilk
kez oynanan opera ise konusunu Kanuni Sultan
Süleyman'ın Rodos kuşatmasından alır.
"Rodos Kuşatması" adlı beş perdelik bu yapıt,
1656 yılının Eylül ayında Londra'da Rutland
House'da sergilendi. Oyunda, 1522 yılında
Kanuni Sultan Süleyman tarafından Rodos'un
alınması emrinin verilmesi üzerine adanın
Türkler tarafından kuşatılması, 600 St.
John şövalyesinin 250 bin kişilik Türk birliklerine
karşı Rodos'u altı ay boyunca korumaları
anlatılır.
İngiltere'de oynanan ilk İtalyanca opera ise,
Giacomo Greber'in "Ergasto'nun Aşkları" adlı
eseridir. 9 Nisan 1705 günü, Haymarket'te, Queen's
Theatre'da sahnelendi.
İLK TAKMA MOTOR
Dört zamanlı, hava soğutmalı Daimler marka
bir deniz motorudur. 1896 yılında, New
York'ta yapıldı. Talep yetersizliği nedeniyle
yalnızca 25 adet üretildi.
"Takma motor" deyimi ise, bu tür motorları
büyük çapta ilk kez imal eden Cameron
B.Waterman'a aittir. Waterman'm "Porto"
marka takma motorlarının yapımına 1906 yılında
Detroit'te başlandı.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK EMEKLİ MAAŞI
Almanya'da, Bismark'ın 1889 yılının Haziran
ayında hazırlattığı Emeklilik Sigortası Yasası,
1 Ocak 1891'den itibaren yürürlüğe girdi.
Yasaya göre, 16 yaşının üzerinde olup da,
hiçbir iş yapamayan ve yıllık geliri 2 bin markın
altında olan herkese, belirli bir çizelgeye
göre yardım yapılıyordu. Örneğin, yıllık geliri
300 markı aşmayanlara, haftada 7 fenik veriliyordu.
1891 yılında, 132 bin 926 kişiye, 15
milyon 299 bin 4 mark verildi.
İngiliz Milletler Topluluğu'nda, yasa ile
Emekliler, kendilerine maaş verilmeye başlandığı ilk günlerden
bu yana, vezneler önünde kuyruğa girmeye başladılar.
Kuşkusuz, ilk emeklilerin girdikleri kuyruklar, bugünkülere
oranla çok daha kısaydı. Fotoğrafta, 1909 yılında emekli maaşlarım
alan Yeni Zelandalılar görülüyor.
emekli aylığı ödemeye başlayan ilk ülke Yeni
Zelanda oldu. Yasa, 1 Kasım 1898'de yürürlüğe
girdi. Yılda 34 sterlin ya da daha az kazananlara
18 sterlin de devlet tarafından veriliyordu.
Yıllık gelirde, 34 sterlinin üzerindeki
her artış için yıllık emeklilik ücretinden bir
sterlin kesiliyordu. Emekli ücreti almak isteyen
erkeklerin 65, kadınların da 60 yaşım aşmış
olmaları gerekiyordu. İlk ödeme 1899 yılının
Mart ayında yapıldı. Birinci yılda 4 bin
699 kişiye maaş bağlandı. Bunlardan birine,
durumu gereğince yılda 1 sterlin ödendi.
177
http://groups.google.com/group/merakediyorum
ATLANTİĞİ AŞAN İLK
MADENİ YAPILI GEMİ
Great Western Steamship Co. şirketi için, çizimleri
Brunel's firması, yapımı ise Patterson's
firması tarafından gerçekleştirilen "Great
Britain" adlı metal gövdeli gemiyi, Prens
Consort 19 Temmuz 1843 günü Bristol'de kızağa
koydu. İlk seferi için 26 Temmuz 1845
günü, 60 yolcu ve 600 ton yükle birlikte Liverpool'dan
hareket eden gemi, 14 gün 21 saat
süren bir yolculuktan sonra New York'a ulaştı.
İLK KAYAK TURU
1902 yılında Sir Henry Lunn tarafından düzenlendi.
440 kişinin katıldığı bu ilk kafile, kayak
merkezi olarak ünlenen İsveç kasabası
Abeloden'e getirildi. Geziye katılanlardan biri
de Sir Henry Lunn'un oğlu Arnold Runn idi.
Aradan yıllar geçtikten sonra izlenimlerini
şöyle anlatıyordu:
"Hiç gelişmemiş bir görünümümüz vardı.
Abelboden'deki o ilk kış gezisinin akşamlarını
iki uzun masanın çevresine oturup yemek
yiyerek ve kendimizi eğlendirerek geçirmeye
çalıştık. Haftada iki-üç akşamı dans etmeye
ayırıyorduk. Öteki geceler ise, amatör tiyatro
oyunları ve içeride yapılan beden hareketleri
ile geçiyordu. Dans gecelerinin en olumsuz
yönü, aynı partnerle ikiden çok kere dans
etmek zorunda kalmaktı. Kentte kayak yapmayı
düşünen ve bundan gerçekten zevk alan
tek kesim, Adelboden'li aristokratlardı. O yıl
bizim gruptan yalnızca birkaç kişi kayak yapmayı
denedi."
İLK KİTAP DİZİSİ
"İngiliz Yazarları Dizisi" adı altında 1841 yılında,
Leipzig'de Christian Bernhard Tauchnitz
tarafından yayınlandı. Dizinin ilk kitabı,
Edward Bulwer-Lytton tarafından yazılan
"Pelham" adlı yapıttı. Dizide kitapları yayınlanan
öteki yazarlar arasında Dickens, Scott,
Thackeray, Marryat, Thomas Cariyle ve George
Elliot vardı. Bütün kitaplar, demiryollarının
yaygınlaşmasıyla sayıları hızla artan
Amerikalı ve İngiliz turistlere satılmak üzere
İngilizce olarak basılmıştı. Yayıncı Tauchnitz,
kitaplarının, yalnızca İngilizce konuşulmayan
ülkelerde satılmasına büyük özen gösteriyordu.
Hatta turistlerden, satın aldıkları kitapları
kendi ülkelerine sokmayacaklarına dair
178
söz alınıyordu. Ayrıca tüm kitapların üzerinde
İngilizce konuşulan bir ülkeye sokulmalarının
suç olduğunu belirten notlar vardı.
Böylece bir anlamda ilk Copyright uygulaması
da başlatılmış oluyordu. O güne gelinceye değin,
yazarların, ülke dışında basılan eserleri
karşılığında para almaları söz konusu değildi.
Bu dürüstlüğünden dolayı, Tauchnitz'e Almanya'da
"baron" unvanı verildi ve Saksonya
Yürütme Kurulu üyeliğine seçildi. İngiltere
ise kendisini "genel konsolos" ilan etti ve
Tauchnitz, Kraliçe Victoria'nın yakın dostlarından
biri oldu. Bu ünlü yayıncı, 1895 yılında
ölmüştü ama, başlattığı dizi, 1933 yılına kadar
mirasçıları tarafından sürdürüldü. O yıla
değin, 525 yazarın 5 bin 97 kitabını yayınlamışlardı.
İLK ÇİVİ
Mezopotamya'da bulunan 5 bin yıllık bir heykelcikte,
tarihin en eski çivileri görüldü. 60
santim yüksekliğindeki bu boğa heykeli, bakır
plakaların, ahşap bir iskelet üzerine çivilerle
çakılması yöntemiyle yapılmıştı.
Orta çağlarda, çivi yapımcılığı, özel bir uzmanlık
dalı haline geldi. Demir çubuklardan,
çeşitli boy ve kalınlıklarda çiviler yapılıyordu,
ama bunların maliyetleri hayli yüksek olduğundan
fiyatları da o oranda pahalı oluyordu.
Bu nedenle, o dönemde inşaatlarda, kalaslar,
genellikle, usta marangozlar tarafından
tahta çivilerle birbirine bağlanıyordu.
. Fabrikasyon olarak çivi üretebilen ilk aygıtların
patenti, ABD'de 1786 yılında Ezekial
Reed, İngiltere'de de 1790 yılında Thomas
Clifford tarafından alındı. Böylece, marangozluk
ve mimaride yeni bir dönem başlamış
oldu.
İLK İĞNE
Fransa'da, Taş Devri'nden kalma mağaralarda,
20 bin yıl önce kemikten yapılmış iğneler
bulundu. İnsan, iğneyi, hayvan derilerinden
daha kullanışlı bir giysi üretebilmek için yaptığı
arayışlar sırasında buldu. Bu buluş, daha
uygar bir yaşama yönelik, önemli bir adım
oldu.
15. yüzyıldan itibaren metal iğneler, pek
çok ülkede kullanılmaya başlandı. Ancak, iğne
ve iplikle dikiş dikmek, yine de uzun yıllar
göznuru ve büyük bir sabır isteyen bir uğraş
olarak kaldı. 1830 yılında dikiş makinesinin
icadı ile, dikiş ve terzilik son derece kolaylaştı.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
1861 yılında İngiltere'de düzenlendi ve işçi ailelerinden oluşan 1700 kişi, ücretlerini önceden ödeyerek altı günlük Paris
gezisine çıktılar. Resimde, Paris'e gelen ilk ingiliz grubu görülüyor.
İLK PAKET TUR
"Çalışan İnsanların Paris Gezisi" adı altında
işçileri temsil eden bir komite tarafından düzenlendi.
Komitenin başkanlığını, aynı zamanda
parlamenter de olan, Sir Joseph Paxton yapıyordu.
Gezinin denetimi ise Thomas Cook'-
ta idi. İlk turist kafilesi, 17 Mayıs 1861 Cuma
günü saat 10.15'te Londra'dan, London Bridge
İstasyonu'ndan hareket ettiler.
Thomas Cook'un daha önce düzenlediği
gezilerde, turistler yalnızca yol paralarını peşin
olarak öderler, öteki tüm masrafları, gidilen
yerlerde kendileri karşılarlardı. Ancak,
bu gezide durum farklı oldu ve ilk kez değişik
bir uygulama yapıldı. Tura katılan bir işçi,
üçüncü sınıf kapalı bir vagonda yolculuk,
ikinci sınıf ruhsatlı, iyice bir otelde konaklama
da dahil olmak üzere, altı günlük bir tatil
için belirlenen ücreti, seyahat başlangıcında
şirkete ödemek zorundaydı. Bu büyük girişim
üzerine, 1700 kişilik işçi ailesi grubu, Manş'ı
geçerek Fransa'yı görmek olanağına kavuştu.
İLK SOMUN VE CIVATA
Somun ve cıvatadan, sıkıştırıcı olarak, 1550
yılından itibaren Avrupa'da yararlanılmaya
başlandı. Bu somun ve cıvatalar, tamamen elle
ve tahtadan yapılıyordu.
1798 yılında ABD'de David Wilkinson somun
ve cıvata üreten bir araç yaptı. Ondan
bir yıl önce de İngiliz Henry Moudslay, tamamı
metal olan cıvatalarla somunları üretmeyi
başarmıştı. Bu iki buluş üzerine, somun ve cıvata
hızla yayıldı. 19. yüzyıla gelindiğinde makine
ve bina yapımında metal somun ve cıvatalar
ahşap benzerlerinin yerlerini tamamen almış
durumdaydılar.
179
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Nagasaki'ye atılan atom bombası, kentin bir harabeye dönmesine yol açtı. Fotoğrafta görülen ağaca dayalı çit, bulunduğu
yerden, bombanın etkisiyle yaklaşık I kilometre öteye fırlamıştı.
İLK NÜKLEER BOMBA
İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı yıllarda, birçok
ülkedeki bilginler, nükleer enerjinin akılalmaz
gücünün bir bombaya dönüştürülüp
dönüştürülemeyeceğine ilişkin araştırmalarını
sürdürüyorlardı. İngiltere'ye sığınan iki Alman
bilimadamı Profesör Rudolph Peierls ve
Dr. Otto Frisch, 1940 baharında, Birmingham
Üniversitesi'nde ilk gelişmeyi sağladılar. İngiliz
Hükümeti tarafından Nisan 1940'da kurulan
özel komite, 1941 yılının Haziran ayında,
ikibuçuk yıl içinde, ilk atom bombasının
yapılabileceğini duyurdu. Başbakan Winston
Churchill, çalışmaların devam ettirilmesini istedi.
Ancak, İngiltere, yoğun şekilde bombardıman
tehlikesiyle karşı karşı bulunduğundan,
adada küçük bir tesis kurulacak, asıl büyük
üretim ise, Kanada'da yapılacaktı.
Bu yolda bir çalışma da ABD'de sürdürülüyordu.
ABD'nin 1941 yılında savaşa girmesi
üzerine, iki ülke, atom bombasına ilişkin projelerin
ortak yürütülmesini kararlaştırdı. İngiliz
bilim adamları Amerikalıların "Manhattan
Projesi"nde görev aldılar ve çalışmalar
ABD'de yürütülmeye başlandı.
İlk atomik patlama, 16 Temmuz 1945'te
New Mexico çöllerinde gerçekleştirildi. Japonların
yavaş yavaş barış görüşmelerine yanaşmaya
başlamalarına rağmen, ABD Başkanı
Truman, İngiliz Başbakanı Churchill'in de
onayı ile, Japonya'nın kayıtsız koşulsuz teslimini
çabuklaştırmak amacıyla iki atom bombası
kullanılmasına karar verdi. Tokyo, böyle
bir bombanın kullanılacağına dair önceden
uyarılmadı. 6 Ağustos 1945'te Hiroşima, nükleer
saldırının ilk kurbanı oldu. 20 bin ton
TNT (dinamit) tahrip gücüne eşit olan bomba,
yerden 600 metre yükseklikte patladı ve
80 bin kişinin derhal ölmesine, 70 bin kişinin
de sakat kalmasına yol açtı. Kentteki binaların
yüzde 70'i de tamamen yok olmuş, ya da
kullanılamaz hale gelmişti.
9 Ağustos'ta, ikinci bomba Nagasaki'ye
atıldı. Bu kentte de, 40 bin kişi öldü. 25 bin
kişi yaralandı. 10 Ağustos'ta Japonlar, "hiçbir
koşul" öne sürmeden teslim oldular. Ancak
şurası çok kesin olarak bilinmektedir ki,
Amerikalılar atom bombasını kullanmasalar
bile, Japonya teslim olmak üzereydi.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Sovyetler
Birliği ile Batı arasındaki soğuk savaştan
yararlanan ABD bir süre, nükleer silahları tekelinde
tutmanın zevkini yaşadı. Ancak, 1949
yılında Moskova ilk atom denemesini yaptı.
Onu, üç yıl sonra İngiltere izledi.
180
http://groups.google.com/group/merakediyorum
181
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK ORGAN NAKLİ
İnsanlar arasında organ naklini gerçekleştirmeye
ilişkin denemeler, İkinci Dünya Savaşı
sonrasında başladı. Fakat, o güne kadar hayvanlar
üzerinde yapılan deneyler, vücuda yeni
takılan organın, bünyenin savunma mekanizmaları
tarafından ağır ağır yok edildiğini
gösteriyordu.
1953 yılında, Bostonlu cerrah John P.Merrîll,
ikiz kardeşlerden birinden alınacak bir
böbreğin ötekine takılması halinde, bünyenin
yeni böbreği "reddetmediğini" gördü Sonraları,
birbirleriyle akrabalığı olmayan insanlar
Hermann von Helmholtz tarafından yapılan Oftalmoskop aygıtı,
gözdeki retina tabakasında bulunan damarların incelenmesini
ve hastalıkların bu yöntemle tanısını kolaylaştırdı.
Fotoğrafta, bir şeker hastasının hasarlı göz damarları görülüyor,
İLK OFTALMOSKOP
1851 yılında, Berlinli Doktor Hermann von
Helmholtz, gözbebeğine bir ışık yollayabildiği
takdirde gözün iç kısımlarını inceleyebileceğini
anladı. Bir süre çalıştıktan sonra, oftalmoskobu
geliştirdi. Bu aygıt bir ışık kaynağı,
ayna ve merceklerden oluşuyordu. Doktorun
özellikle retinayı ve göz yuvarlağını incelemesini
büyük ölçüde kolaylaştırıyordu.
Retinanın üzerindeki atar ve toplardamarlar,
vücudumuzun doğrudan görebileceğimiz tek
damarlarıdır. Bu nedenle günümüzde oftalmoskobik
inceleme, birçok hastalığın tanısında
önemli rol oynar.
arasında yapılan organ naklinin bünye tarafından
kabulünü sağlayan ilaçlar geliştirildi.
Bu ilaçlar sayesinde, önceleri, böbrek nakilleri
yapıldı. Ancak, bu ilaçlar sayesinde böbrek
takılan hastalar, bu kez de bir tür kanserin
tehdidiyle karşı karşıya kaldılar. Bu nedenle,
organ nakli, ancak, başka türlü yaşaması
olanaksız hale gelen hastalar için başvurulan
bir yöntem oldu.
PARAŞÜTLE İLK ATLAYIŞ
22 Ekim 1797 günü, Andre-Jacques Garnerin
tarafından, Paris'te Parc Monceau'da yapıldı.
Garnerin, 743 metre yükseklikten, bir balondan
atladı. 7 metre çapındaki paraşüt, kapalı
bir şemsiyeyi andırıyordu ve ortasındaki
destek çubuğu bir iple balonun sepetine bağlanmıştı.
Şemsiyenin alt ucuna bağlı sepete de
Garnerin oturmuştu. Balonun sepetinde bulunan
Garnerin'in kardeşi, paraşütün ipini
kesti ve paraşüt aşağıya inmeye başladı. Bu
anda, "kapalı şemsiye" açıldı ve iniş yavaşladı.
Paraşütle ilk acil atlayış da, 1808 yılında,
Polonya'nın Varşova kentinde yapıldı. Jordaki
Kurapento, bindiği Mongolfier balonunun
alev alması sonucu paraşütle aşağı atladı. Bu,
motorlu uçakların yapımına kadar kayıtlara
geçen ilk acil durum atlayışı oldu.
UÇAKTAN PARAŞÜTLE
İLK ATLAYIŞ
1 Mart 1912 günü, Yüzbaşı Ablert Berry tarafından,
Benosit marka bir uçaktan Jefferson
Barracks üzerinde yapıldı. Berry, 300 metre
yükseklikten atlamıştı. Anthony Jannus kumandasındaki
uçak, Kinloch Park'taki Benoist
Uçuş Okulu'ndan saat 2.30'da havalandı.
2.5 saat sonra da atlayışın yapılacağı bölgeye
geldi. "Flight" dergisindeki habere göre,
Berry'nin paraşütü, atlayıştan sonraki ilk 130
metreden sonra açıldı. Salimen yere inen
Berry, derhal yerinden fırlayarak komutanı
Binbaşı W.T. Wood'a koştu ve raporunu verdi.
UÇAKTAN PARAŞÜTLE
ATLAYAN İLK KADIN
ABD'nin Kuzey Caroline eyaletinden Bayan
Georgia Thompson, 1908 yılında, Charles
Broadwick paraşüt ekibine katıldığı zaman, 15
yıllık ev kadını ve anneydi. İlk atlayışını 21
Haziran 1913 günü, Glenn Martin'in kullan-
182
http://groups.google.com/group/merakediyorum
dığı bir uçaktan, Los Angeles'da, Griffith
Parkı üzerinde yaptı. "İnce Broadwick" olarak
tanınan bu ilk kadın paraşütçü, 4 Temmuz
1914 günü, San Diego'da ilk kez elle kumanda
edilen bir paraşütle uçaktan atladı.
PARAŞÜTLE UÇAĞA BİNEN
İLK PİLOTLAR
1918 yılının baharında, Heinecke tipi paraşütleriyle
uçaklarını kullanan Alman Hava Kuvvetleri'ne
bağlı pilotlardır. O yılın 1 Nisan'-
ında, Jasta 56 adlı hava birliğinden Vzfw. Weimer,
Albatross DVa tipi uçağının İngiliz mevzileri
üzerinde vurulması sonucu, savaşta paraşütle
atlayan ilk askeri pilot oldu. Sağ olarak
yere inmesine karşın, İngilizlere tutsak olmaktan
kurtulamadı.
PARAŞÜTLE İLK SERBEST
ATLAYIŞ
Paraşütle kural dışı ilk serbest atlayış, Amerikan
Hava Kuvvetleri'nden Çavuş Randall
Bose tarafından gerçekleştirildi. Çavuş Bose,
bir arkadaşıyla, atlayıştan 300 metre sonra paraşütünü
açtığı halde salimen aşağı inebileceğine
dair iddiaya girmişti. Deneme, 1924 yılında,
Long Island'da yapıldı. 1500 metre yükseklikten
atlayan Bose, 500 metre düştükten
sonra paraşütünün ipini çekti ve burnu bile kanamadan
aşağı inmeyi başararak iddiayı
kazandı.
İLK PARAŞÜT SPOR KULÜBÜ
1933 yılında Moskova'da kuruldu. Paraşütçülüğün
spor olarak gelişimine büyük önem
veren Sovyetler Birliği, ilk spor kulübünün kuruluşundan
üç yıl önce de, Sovyet Paraşüt
Sporu Festivali'ni düzenlemişti. 1930'lu yıllarda,
ülkenin pek çok yerinde yüzlerce paraşüt
kulübü kuruldu ve halk parklarının çoğunda
atlama kuleleri inşa edildi. Bu çalışmalar, Sovyetler
Birliği'ni paraşüt konusunda dünyanın
en önde gelen ülkesi haline getirdi.
İLK DİNSEL DERGİ
"St. Michael's Derby Parish Magazine" adıyla
1859 yılının Ocak ayında yayınlandı. Aylık
olan derginin kurucusu, Peder John Erskine
Clarke idi. Birinci sayısının kapağında kiliseyi,
bazı evleri ve kulübeleri ile bir okulun bahçesinde
top oynayan çocukları gösteren çizgiresimler
vardı. Derginin içeriği ise, yaşanmış
öykülerden, şiirlerden, çocuk öykülerinden,
misyoner yaşamının gizemli yanlarından söz
eden yazılardan, eski kitaplardan alıntılardan
ve kilise ile cemaat haberlerinden oluşuyordu.
"Okuyucuların Sorularına Yanıtlar" başlığıyla
açılan bir sütunda, okurların, kilise ve faaliyetleri
ile çeşitli dinsel konularda gönderecekleri
soruların tüm açıklıkları ve ayrıntılarıyla
yanıtlanacağı belirtiliyordu.
İLK PARKMETRE
Oklahoma City'nin önde gelen gazetelerinden
birinin yayıncısı olan Carlton Magee tarafından
geliştirildi. Magee, kent içinde otopark sorununu,
çözmek üzere kurulmuş bir işadamları
komitesinin başkanlığına getirilmişti. Dual
Parkin Meter Co. adlı bir şirket kurdu. Oklahoma
Trafik Müdürlüğü, bu şirkete ilk etapta
150 parkmetre sipariş etti. Bu parkmetreler,
16 Temmuz 1935 günü kentin çeşitli yerlerine
takılarak hizmete girdi. İngiltere'de de
ilk kez Londra'da 10 Temmuz 1958 günü 625
parkmetre takıldı.
İLK PENİSİLİN
1928 yılının Eylül ayında, Londra'daki St.
Mary Hastanesi'nde Dr. Alexander Fleming
tarafından bulundu. Fleming, bir ay önce tatile
çıkarken, laboratuvannın güneş görmeyen
bir köşesine bazı kültürler yerleştirmişti. D.M.
Pryce'la birlikte, bunların antiseptik özelliklerini
araştırıyordu. Tatil sonrası yaptığı incelemelerde,
bu kültürlerden birinin farklı bir
özellik gösterdiğini fark etti. Bunun üzerine
yoğun bir çalışmaya başladı. Sonunda 13 Şubat
1929 günü, Tıbbi Araştırmalar Kulübü'nde,
penisilini bulduğunu açıkladı.
PENİSİLİNİN İLK KLİNİK
UYGULAMASI
St. Mary's Hastanesi'nde, 9 Ocak 1929 günü
yapıldı. Fleming, asistanlarından Stuart Craddock'un
sinüs iltihabını penisilinle iyileştirdi
ve "steplokok" türü mikropları yok ederek tedavide
başarı sağladı. İlacın çok daha etkin
bir kullanımı, 1931 yılında Sheffield'da gerçekleştirildi.
Dr. C.G. Paine iki çocuk hastada
doğuştan gelen "gonokokal oftalmitis" denilen
görme bozukluğu ile, bir erişkin hastada
"pnomokokal enfeksiyon" sonucu oluşan
göz hastalığını penisilinle iyileştirdi. Erişkin
183
http://groups.google.com/group/merakediyorum
hastanın sağ gözüne düşme sonucu bir taş parçası
çarpmış ve küçük bir taş parçası gözbebeğinin
arkasına girerek hasara neden olmuştu.
Enfeksiyon, penisilinle temizlendi ve göz,
taşı çıkartmak için ameliyat edilebilir hale geldi.
Hasta, kısa zamanda yeniden normal görme
yeteneğine kavuştu. Bu ilk başarılı penisilin
tedavileri, yerel girişimler olarak kaldı ve
penisilinin önemli bir "kemoterapi" unsuru
olarak kabul edilmesi çok zaman aldı.
Londra'dan, Parlamento Alanı'nın köşesine dikilen bu tabela
ile ilk yaya geçidi 1926 yılında hizmete girdi. Beyaz zemin üzerine,
"Lütfen buradan geçiniz" yazılı tabelayı, Londralılar
ilk günlerde şaşkınlıkla izlediler.
İLK YAYA GEÇİDİ
Parlamento Alanı'nda, Londra Trafik Danışma
Komitesi'nin girişimleri sonucu, 1926 yılının
Aralık ayında hizmete girdi. Geçidinyeri,
üzerinde bir (+) işareti ile "Lütfen buradan
geçiniz" yazısı bulunan beyaz bir tabela ile belirlendi.
Ertesi yılın Ağustos ayma kadar,
kentteki yaya geçitlerinin sayısı 16'yi buldu.
En önemli geçitler, asfalt üzerine, birbirine paralel
olarak çizilen iki kalın beyaz çizgi ile işaretlendi.
Zebra derisini andıran beyaz çizgilerin yaya
geçitlerinde kullanılmasına ise 31 Ekim
1951 gününden itibaren başlandı.
184
ARITILMIŞ İLK PENİSİLİN
Sir William Dunn Patoloji Okulu'nda, 1940
yazında, Profesör Howard Florey ve Yahudi
asıllı Alman Profesör Ernest Chain tarafından
elde edildi. Prof. Florey, ortak çalışmalarının
sonucunu, "Kemoterapik tedavi aracı olarak
penisilin" başlıklı bir makalesiyle dünyaya duyurdu.
Bu makale, 24 Ağustos 1940 günü,
Lancet'te yayınlandı.
ARITILMIŞ PENİSİLİNİN İLK
KLİNİK KULLANIMI
12 Şubat 1941 günü, Oxford'da Radcliffe
Hastanesi'nde gerçekleşti. Bir polis memuru
olan hasta, ağız kenarındaki yara sonucu, kan
zehirlenmesine yakalanmıştı. 24 saat içinde
hastaya 800 miligram penisilin verildi ve durumunda
büyük bir düzelme gözlendi. Ancak
5 gün içinde, Profesör Florey'in ekibi, o dönemde,
dünyada bulunan tüm arıtılmış penisilini
tüketti ve hasta 15 Mart günü öldü.
Kesin bir başarıyla sonuçlanan ilk penisilin
tedavisi, yine Redcliffe Hastanesi'nde, 3
Mayıs 1941 günü başlatıldı. Büyük bir şirpençe
çıban yarasıyla hastaneye getirilen hastaya,
damardan penisilin verildi. 4 gün sonra, yaranın
iyileşmeye yüz tuttuğu görüldü. 15 Mayıs
günü, hasta, sağlığına tamamen kavuşmuş
olarak hastaneden taburcu edildi.
Geniş ölçüde penisilin üretmek üzere ilk tesis
de Oxford'daki Sir William Dunn Patoloji
Okulu'nda, 1941 yılının yazında, Prof. Chain'in
yönetiminde faaliyete geçti. Penisilini de
ürettiği ilaçlar arasına alan ilk eczacılık kuruluşu
ise, Bromyey'deki Kemball and Bishop
Co. şirketi oldu. Şirket, ürettiği 10 galonluk
ilk 20 bidon penisilini, ücretsiz olarak 11 Eylül
1942 günü Patoloji Okulu'na armağan etti.
Sir Alexander Fleming, Sir Howard Florey
ve Dr. E.B. Chain, penisilinle ilgili çalışmalarından
ötürü, 1945 yılının ekim ayında
Nobel Ödülü'nü ortaklaşa paylaştılar.
SERİ OLARAK YAPILAN İLK
ÇOCUK ARABALARI
Bu tür arabaların üretimine, 1850 yılında
Londra'da iki ayrı yapımcı tarafından başlandı.
John Ailen ve A.Babin adlı kişilerin yaptıkları
arabalar, önceki benzerlerinden çok
farklıydı. Zira daha önceki örnekler, aristokrasi
için imal edilmiş tek tük denemelerdi ve
http://groups.google.com/group/merakediyorum
hepsi de önden bir hayvan ya da insan tarafından
çekiliyordu. Ailen ve Babin'in yaptıkları
çocuk arabaları ise, bugünkü benzerleri gibi
arkadan itiliyordu. Ayrıca dört değil, üç tekerleği
vardı.
İLK PERMALI SAÇLAR
William Kent'in, 1773 yılında Devonshire Dükü için yaptığı
bu ilk çocuk arabası, önündeki koşumlara bağlanan köpekler
tarafından çekiliyordu. Arabanın ön kısmında görülen yılanlar,
Devonshire'ların aile sembolü idi.
İLK ÇOCUK ARABASI
İngiltere'de, 1733 yılında William Kent tarafından,
3. Devonshire Dükü için yapıldı. Aracın
arka tekerleklerinin çapı 52 santim, ön tekerleklerinin
çapı ise 40 santimdi. Arabanın
en büyük özelliği, ön tekerleklerin arasına Devonshire
ailesinin simgesi olan "Cavendish yılanlan"
mn takılmasıydı. Yılanların ve taşıyıcı
bölümün ahşap olarak yapıldığı bu çocuk
arabası, köpekler tarafından çekiliyordu. 1733
yılında yapılan ilk çocuk arabasının çağdaşı
olduğu sanılan bir başka örnek de halen, Fransız
Ulusal Müzesi'nde saklanmaktadır. Bazı
tarihçiler, bu arabanın 14. Louis'nin çocuğu
Dauphin (doğumu 1729) için yapıldığını öne
sürerler. Ancak müze yetkilileri bu düşünceye
katılmıyorlar. Onlara göre, araba, Fransa'-
da değil, Almanya'da yapıldı.
Kari Ludwig Nessler tarafından yapıldı. Nessler,
1872 yılında, Black Forrest'ta doğmuştu.
Aynı yıl, Parisli modacı Marcel Grateau, saç
modasına "Marcel dalgalan" denilen biçimi
getirmişti. Yoksul bir ayakkabıcının oğlu olan
Nessler, ailesinin isteği üzerine baba mesleğine
yöneldi. Ne var ki, gözleri bu mesleği yapmasına
elverecek denli güçlü değildi. Sonunda
kuaför oldu. Önce İsviçre'de çalıştı, sonra
Paris'e geçti. Orada, Marcel dalgalarının nasıl
yapılacağını öğrendi. 1901 yılında Londra'-
ya döndüğünde, kendi geliştirdiği bir aygıtın
yardımıyla hanımların saçlarına uzun ömürlü
Marcel bukleleri yapmayı rahatlıkla beceriyordu.
Bir gün müşterilerden birinin saçında
bu yöntemi denedi. Ancak hanımların,
kendisine sık sık para ödemesinden yana olan
patronu, kalıcı bir saç biçimi yaratan Nessler'i
hemen kovdu. Neyse ki, o güne kadar Nessler
kendi adına bir salon açıp çalışmalarını sürdürmesine
yetecek kadar para biriktirmişti. 8
Ekim 1906 akşamı, açtığı yeni salona kentin
en ünlü kuaförlerini çağırdı ve onlara permanın
nasıl yapılacağını gösterdi. Nessler'in kullandığı
yöntemin kalıcılığından kuşku yoktu
ama, ticari açıdan kuaförler için hiç de iç açıcı
bir gelişme değildi bu durum. Kullanılan aygıt
son derece büyük ve ağırdı. Müşterinin saçlarına
perma yaptırabilmek için tam 6 saat boyunca
bu aygıta tahammül etmesi gerekiyordu.
Tabii, bu kadar uzun süren bir işlemin fiyatı
da ona göreydi. Bu yüzdendir ki, bir yıl
içinde saçlarına perma yaptırmak için Nessler'e
gelen müşteri sayısı ancak 70'te kaldı. Birinci
Dünya Savaşı'nın başlamasıyla, Nessler
ABD'ye göç etti. Büyük bir şans eseri, dönemin
ünlü dans yıldızı Irene Castle, Nessler'e
gelerek saçlarına perma yaptırdı (1915) ve o
günden sonra tüm Amerika perma modasının
çılgınlığıyla kıvrım kıvrım oldu.
İLK PETROL POMPASI
ABD'nin Indiana eyaleti, Fort Wayne kasabasında,
Sylvanus Bowster ve Jake Gumper
tarafından işletilen bakkal dükkânına 5 Eylül
1885 günü takıldı. Gerçi o dönemde Karl Benz
de ilk atsız arabayı üretmek için çalışmalarına
başlamıştı ama, bugünkü petrol pompalarının
atası olan ilk pompanın arabalarla ve
otomobil sürücüleriyle hiç ilgisi yoktu. Bowster'i
böyle bir pompa yapmaya yönelten, komşusu
bakkal Gumper'in bir sorunuydu. Gumper'in
dükkânında petrol lambalarında kul-
185
http://groups.google.com/group/merakediyorum
lanılan gazyağı ile yemeklik yağ, yanyana satılıyordu.
Gazyağı fıçısından sık sık gaz alındığı
için kokusu yemeklik yağa siniyor ve Gumper'in
müşkülpesent müşterileri bundan sık
sık şikâyetçi oluyordu. Kuşkusuz, bu sorunun
en kolay çözümü, gaz yağının bulunduğu fıçıyı,
dükkânın daha uzak bir köşesine taşımaktı.
Ne Bowstre, ne de Gumper bunu akıl
edebildi ve böylece iki arkadaş bu soruna bir
çare bulmak için kafa yormaya başladılar. Sonunda
Bowster, ilk pompayı yaptı. Bu pompa
sayesinde, gaz fıçısının açılmasına hiç gerek
yoktu. Pompanın ucu, fıçının üst kapağından
özel bir delikle içeriye daldırılıyor, daha sonra
da elle çalışan bir kolun yardımıyla istenilen
kaba, gazyağı aktarılıyordu. Elle çalışan
kolun her devinimi sonunda kaba aktarılan
gaz miktarı da sabit olduğundan ücreti de kolayca
hesaplanabiliyordu. Böylece gaz fıçısından
hiç koku çıkmadan Gumper satışlarını
sürdürdü.
Petrol pompasının benzin istasyonlarında
kullanılmaya başlanması ise, Bowster'in ilk
çalışmasından 20 yıl sonra mümkün oldu. İlk
kez 1905 yılında, yine Fort Wayne'de bir benzin
istasyonuna ilk pompa takıldı.
Satılan akaryakıtın fiyatını ve miktarını
otomatik olarak gösteren ilk pompa ise 1 Kasım
1932 günü piyasaya çıkarıldı.
İLK FOTOKOPİ ARACI
Rectigraph Co. adlı şirket tarafından 1907 yılında
New York'ta pazarlandı. Makinenin patenti
George C.Beidler'e aitti. Beidler, böyle
bir araç geliştirme fikrini, yıllar önce Oklahoma'da
bir arazi ihtilafları bürosunda çalışırken
düşünmüştü. Yasal belgelerin çok kısa bir
zaman içinde kopye edilmeleri gereksinimi,
onu bu yolda bazı araştırmalara yöneltti.
Uzun denemelerden sonra, ilk rototip fotokopi
makinesini 1906 yılında yapmayı başardı ve
aynı yıl da patentini aldı.
TİCARİ AÇIDAN BAŞARILI
İLK FOTOĞRAF BASMA İŞLEMİ
1839 yılında Paris'te Louis J.M.Daguerre tarafından
geliştirildi. Daguerre, bu çalışmalarına
10 yıl önce ilk fotoğrafı çeken Nicephore
Niepce ile bir ortaklık kurarak başlamıştı.
Uzun süren çalışmalar sonucu, Niepce'nin
"heliografi" adını verdiği teknikle 8 saat süren
fotoğraf basma işlemim, 15-30 dakikaya
indirgemeyi başardı. Çalışmalarının sonucu,
ünlü Fransız astronomisti Dominique-
186
François Arago tarafından, 7 Ocak 1839 günü,
Fransız Bilimler Akademisi'nde tanıtıldı.
Bu tanıtımın etkisiyle, Fransız hükümeti, sistemin
haklarını dünya çapında kendisine ait
olmak üzere Daguerre ile Niepce'nin mirasçısı
Isıdore Niepce'den satın aldı (19 Ağustos
1839). Ancak Daguerre, bir "uyanıklık" yaparak,
buluşunun patentini Fransa hükümeti
ile yaptığı anlaşmadan beş gün önce, Londra'da
da tescil ettirmişti. Sonradan bu davranışından
pişmanlık duydu ve Londra'daki
haklarını hiçbir zaman kullanamadı. Zaten
buna da gerek kalmamıştı. Parisliler, "bir saat
içinde çıkan fotoğraf" tekniğinden öylesine etkilenmişlerdi
ki, bu yeni akımın öncüleri arasında
yer alabilmek için fotoğraf malzemesi
satan dükkânları adeta yağmaladılar. Kentin
her köşesi, kiliselerin, sarayların ya da başka
yerlerin görüntülerini saptamaya çalışan üç
ayaklı kameralarla doldu.
FOTOĞRAFI ÇEKİLEN
İLK İNSAN
Rahip Joseph Bancroft Reade, 1838 yılında
"bahçıvanı"nı, çimlerin üzerine yatırdı ve bir
fotoğrafını çekti. Bu, dünyada bir insanı resmeden
ilk fotoğraf oldu.
İLK OLAY FOTOĞRAFI
10 Nisan 1848'de, W.E.Kilburn tarafından çekildi.
O gün, 20 bin kişilik bir kalabalık, İngiltere'de
parlamento binasının önünde toplanarak,
bazı reformların gerçekleştirilmesi
için gösteriler yaptı. W.E.Kilburn, işte bu kalabalığın
fotoğrafını çekmişti. 1977 yılına kadar,
böyle bir fotoğrafın varlığından kimsenin
haberi yoktu. O yıl BBC'nin araştırmacılarından
biri, fotoğrafı, Windsor'daki Kraliyet
Koleksiyonları'nın arasında buldu.
HAVADAN ÇEKİLEN İLK
FOTOĞRAF
"Nadar" takma adıyla bilinen Fransız havacı
Gaspard Felix Tournachon tarafından 1858
yılının son haftası içinde çekildi. Tournachon,
87 metre yükseklikteki bir balondan, Paris'-
in dışındaki Val de Bierre yöresini görüntüledi.
İngiltere'de ilk hava fotoğrafı ise 1863 yılında,
Medway Vadisi'nin 1335 metre üstünde
bir balondan Henry Negretti tarafından çekildi.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
SATILAN İLK FOTOĞRAF
MAKİNESİ
Alphonse Giroux tarafından yapılan fotoğraf
makinesi, 1839 yılının Eylül ayında, Paris'te
400 franka satıldı. Makinenin mucidi Louis
Deguerre ile Giroux arasındaki üretim anlaşması,
aynı yılın 22 Haziran günü imzalanmıştı.
Ahşap olarak yapılan ilk kameranın boyutları,
kapalı olarak 26 cm X 30 cm x 36 cm idi.
Akromatik olan merceği de, Paris'te Charles
Chevalier tarafından yapılmıştı. Ğiroux et Cia
firması, dünyanın fotoğraf malzemesi satan
ilk şirketidir. Dükkânlarında her türlü fotoğraf
malzemesi bulmak mümkündü. Tabii, bu
malzemeler o günün tekniğine göre idi.
İLK FOTOĞRAF MAKİNESİ
FİLMİ
Patenti, 1888 yılının Nisan ayında İngiltere'-
nin Birmingham kentinde Alfred Pumphrey
tarafından alındı. Ertesi yıl Pumphrey, kendi
fabrikasında üretime başladı. Jelatin emilüsyonlu
bu filmler, 12'lik plaketler halinde satılıyordu
ve 8 X 11 cm ile 20 + 25 cm arasında
değişik boyutlarda bulabilmek mümkündü.
Bir dolduruşta 100 fotoğraf çekebilen
100-Fold Filmograph markalı kendi orijinal
makinesinde kullanıldığı gibi, standart film kullanabilen
her tür makine ile de çekim yapmak
mümkündü.
İLK SELÜLOİD FİLM
Philadelphia'da, John Carbutt tarafından geliştirildi
ve 7 Kasım 1888 günü, Fotoğrafçılık
Derneği üyelerine tanıtıldı. Bunlar, negatif
filmlerdi. Aynı yılın 21 Kasım'ında ilk"slayt"ı
yaptı.
Rulo halindeki selüloid filmler ise, New
York'ta, Eastman Dry Plate Co. tarafından
27 Ağustos 1889 gününden itibaren yeni üretilen
Kodak marka fotoğraf makinelerinde
kullanılmak üzere pazarlandı. Gerçi, aynı yılın
Aralık ayında patentini almışlardı ama, aslında
rulo filmle ilgili çalışmalar, 2 Mayıs
1887'de başlamıştı ve patent için müracaat
üretimin gerçekleşmesinden sonraya bırakılmıştı.
İLK FOTOĞRAFÇI DÜKKÂNI
"New York Sun" gazetesinin 4 Mart 1840 tarihli
nüshasında, Alexander Wolcott ve John
Johnson tarafından 51. caddede bir fotoğrafçı
dükkânı açıldığı, bu-dükkânda "harikulade
portreler" çekildiği duyuruldu. Poz süresi 3-5
dakika olan bir tek fotoğraf için 3 dolar ücret
alınıyordu. İngiltere'nin ilk fotoğraf stüdyosunu
ise Londra'da 23 Mart 1841 günü eski
bir kömür tüccarı olan Richard Beard açtı.
Beard, J.F. Goddard ve J.T. Cooper adlı iki
usta fotoğrafçıyı dükkânına usta olarak aldı.
Yıl sonuna doğru, dükkânın ortalama günlük
geliri 60 sterlin dolayındaydı. Çekim sırasında
poz süresi hayli uzun olduğundan, müşterilerin
kıpırdamaması için, boyunları arkadan
bir desteğe yaslanıyordu. Bir gazete muhabiri,
bu desteği, "demir kelepçe" olarak tanımladı.
Ne var ki, müşteri çektiği zahmetin karşılığını
kelepçeden kurtulduktan yalnızca beş
dakika sonra özenle çerçevelenmiş 5x4 santimetre
ebadında güzel bir resimle alıyordu.
Doğal renklerle fotoğraf çeken ilk stüdyo
ise, 1906 yılında, Londra'da "Rotary Photographic
Co. adlı şirket tarafından hizmete açıldı.
İLK FOTOĞRAF KULÜBÜ
"Daguerreotipi Dostları" adı altında 1840 yılında
Karl Schuh tarafından Viyana'da kuruldu.
Aslen Berlinli olan Schuh, "daguerreotipi"
tekniğiyle fotoğraflar çekiyordu ve bir yıl sonra,
Avusturya'nın ilk profesyonel fotoğrafçısı
olarak portreler çekmeye başladı. Kulüp
üyeleri, düzenli olarak yaptıkları toplantılara
birbirlerine çalışmalarını gösteriyorlar ve bu
çalışmalar üzerine tartışıyorlardı.
İLK RENKLİ FOTOĞRAF
Jersey'de Thomas Sutton tarafından çekildi.
17 Mayıs 1861 günü yapılan bu çekim sırasında
Sutton'un teknik danışmanlığını İskoçyalı
fizikçi James Clark Maxwell yaptı.
Maxwell'in tekniğine göre, fotoğraf üç aşamada
çekiliyordu. Bunlardan her birinde, kamera
ile resmi çekilen nesne arasına kırmızı, mavi
ve yeşil sıvı ile dolu birer kap konuyordu. Sonra
cam negatifler üç ayrı özel cam aracılığıyla
ekrana yansıtılıyordu. Gerçi bu çalışma, rantabl
olmaktan çok bilimsel değere sahipti ama,
doğal renklere hayli yatkın sonuç alınmıştı.
İLK RENKLİ BASKI
Gökkuşağının renkleri, 7 Mayıs 1869 günü,
Fransız Fotoğrafçılık Derneği üyelerinin
187
http://groups.google.com/group/merakediyorum
"Nottingham Guardian" gazetesinin foto muhabiri Charles Shaw (arkada), Burton'da çalışmalar yapan Fransız pilotlarından
M. Beau'yu ikna ederek uçağa binmeyi başardı.
UÇAKTAN ÇEKİLEN İLK
FOTOĞRAFLAR
Beranger Fotoğraf Ajansı'ndan M.Meurisse,
1909 yılının Aralık ayında Hubert Latham tarafından
kullanılan Antoinette modeli bir
uçaktan Fransa'da Rheims yakınlarındaki
Camp de Chalons Havaalanı'nın fotoğrafını
çekti. İşin ilginç yönü, bu fotoğrafların çekilişinden
bir yıl önce, ilk kez olarak uçaktan
bir sinema filminin çekilmiş olmasıydı. Havaalanının
fotoğrafları (birinde, kalkış halindeki
bir uçak da görülüyordu), "L'Illustration"
dergisinin Noel sayısında yayınlandı.
İngiltere'de, uçaktan fotoğraf çeken ilk fotoğrafçı
ise, Charles Shaw'dır. Nottingham
Guardian gazetesinin kadrolu elemanı olan
Shaw, 30 Eylül 1910 günü, 133 metre yükseklikten
Burton-on-Trent nehrini görüntüledi.
Fotoğraf, Guardian gazetesinin ertesi günkü
nüshasında yayınlandı. Burton, üç Fransız piönünde
Louis Ducos du Hauron tarafından
basıldı. Du Hauron, renkli baskı tekniğinin,
patentini aynı yılın 23 Şubat günü almıştı. Bugüne
ulaşan en eski renkli resimlerinden biri
1877 yılında çekilen, Angouleme'ye ait bir görüntüdür.
Fotoğrafta, bal renkli evlerin arasında
kiremit renkli çatısıyla yükselen katedral
ile arkasındaki Charente nehrinin yeşilimsi
suları görülür.
İLK RENKLİ RULO FİLM
Robert Krayn tarafından bulundu ve Alman-
188
ya'da 1910 yılında Neue Photographische Gesellchaft
adlı kuruluş tarafından üretildi. Ancak
bunun ömrü kısa oldu ve 1924 yılına ka-
.dar bu konuda başka bir çalışma görülmedi.
O yıl, yine bir Alman kuruluşu olan Lignose
Natural Color Film, bir kez daha rulo halinde
renkli filmi piyasaya sundu. Amatör fotoğrafçılar,
üç renkli ilk başarılı "Kodachrome"
filme kavuşabilmek için 1936 yılına kadar beklemek
zorunda kaldılar. Kodacolor film makaralarının
1942 yılında ABD'de piyasaya çıkmasıyla
kâğıda basılan ilk renkli fotoğraflar
da ortaya çıkmaya başladı.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
lotunun uçuş denemeleri yaptıklarını duyunca
Burton'a gitmişti. Orada, pilotlardan
M.Beau ile tanışarak kendisini ikna etti ve
Farman tipi uçağına binmeyi başardı. Çekim
sırasında hayli korkulu dakikalar yaşamıştı
ama, daha sonra o anlardan söz ederken, "gazetecilik
yaşantımın hiçbir dakikasında o denli
heyecan duymadım" diyecekti.
İLK KARİKATÜRLÜ
KARTPOSTALLAR
1880 yılında Almanya'da basıldı. İngiltere'de
ise ancak 1902'lerde ortaya çıktı. Ancak, oldukça
büyük bir beğeni gördü. İngiltere'deki
kartların yaratıcısı, çok üretken bir kaleme sahip
olan Donald McGill idi. Deniz Kuvvetleri'nde
mimar olarak görev yapan bu İskoç
asıllı Kanadalı sanatçı, ünlü yazar George Orvvell'in
de belirttiği gibi, aslında para peşinde
koşan biri değildi. Yine de çok zengin olan yaratıcı
gücüyle, 12 bini aşkın "karikatürize posta
kartı" üretti. Bunların günümüze ulaşabilen
en eski örneğinin üzerinde, 7 Aralık 1904 tarihi
vardır. Woodbury serisinin 1140 numaralı
parçası olan bu kartta, McGill'in yaratıcı
zekâsının örneklerinden birini görürüz. Bir
bando eri, elindeki davul tokmağıyla bir bank
sırasına oturmuştur. Yanında da sevgilisi vardır.
Tokmak kızın vücuduna yöneliktir. Kız,
"Ne düşünüyorsun Tommy?" diye sorar. Erkek,
"Senin aklından geçenleri" deyince, kız,
"Oh, terbiyesiz" diye bağırır. Buna benzer
189
http://groups.google.com/group/merakediyorum
esprilerle süslediği kartlarından 350 milyon
adet satılan Donad McGill, büyük bir servetin
sahibi oldu.
TİCARİ İLK RENKLİ
BASKI SİSTEMİ
Patenti 23 Şubat 1890 günü, Philadelphia'da
F.E.Ives tarafından alındı. Ives, "Kromskop"
denilen kamerasına iki yansıtıcı ayna takmıştı.
Bunların yardımıyla bir nesnenin üç ayrı
görüntüsü, aynı anda portakal rengi, yeşil ve
mavi filtreler arasından temin edilebiliyordu.
Bu negatifler, daha sonra "fotokromeskop"
denilen bir özel aygıt içinde işleme tabi tutuluyordu.
Sonuçta ortaya çıkan basit görüntü,
doğala çok yakın renkler taşıyordu. 1896 yılında
bir şirket kuran Ives, bu baskı tekniği
için gerekli aygıtların üretimine geçti.
İLK PİLOT EHLİYETLERİ
Önceden bir sınav yapılmaksızın, Fransa Havacılık
Kulübü tarafından 1909 yılının Aralık
ayının sonuna kadar uçan pilotlara verildi. 1
Ocak 1910 günü, ehliyet sahibi 16 pilotun
isimleri, aralarında bir ayrım yapmamak için
alfabetik sıraya göre yayınlandı. Ne var ki,
büyük bir talihsizlik eseri, motorlu bir uçakla
ilk kez havalandığı resmi belgelerle saptanan
Charles Voisin'in adına bu listede
rastlanmazken, bazı kaynaklarca hiç uçağa
binmedikleri iddia edilen kimi adlar, listede
yer alıyordu. O günden sonra pilotların ehliyetleri
ya da uçuş belgeleri, kulüp yetkililerince
yapılan bir sınavdan sonra verildi. Bu şekilde
ilk bröveyi, 17 numarayla Alfred Leblanc aldı.
İlk 16 uçuş belgesinden biri olan Henry
Farman'ın brövesine göre, Farman, uçuşunu
7 Şubat 1909 günü yapmıştı.
BRÖVE ALAN İLK KADIN PİLOT
Bayan Elise Deroche ya da havacılık çevrelerinde
bilinen adıyla Baroness de Laroche'dir.
8 Mart 1910 günü girdiği uçuş sınavından yüzünün
akıyla çıkarak brövesini aldı. Bayan
Laroche, aslında tek başına ilk uçuşunu, brövesini
aldığı tarihten bir yıl önce yapmıştı.
İngiltere'nin ünlü romancılarından Maurice
Hewlett'in eşi Bayan Hilde B. Hewlett de,
Kraliyet Havacılık Kulübü'nün uçuş sınavını
başararak 29 Ağustos 1911 günü 122 numaralı
brövenin sahibi oldu.
İlk planör ehliyeti de, İngiliz Kraliyet Havacılık
Kulübü tarafından 30 Mart 1930 gü-
190
1872 yılında 21 yaşındaki Fransız Rorich tarafından çekilen
bu kartpostalda, Nümberg kentinin, Mohrentor Kapısı'ndan
görüntüsü yer alıyor.
İLK RENKLİ KARTPOSTAL
21 yaşındaki Franz Rorich tarafından çekildi
ve 1872 yılında Zürih'te J.H.Hocher tarafından
yayınlandı. Üzerinde Zürih'ten 6 küçük
görüntü vardı. Daha sonra iki kartpostal daha
çıktı. Bunların üzerine de 3'er tane Zürih
görüntüsü basılmıştı. Aynı yıl Rorich ve Locher,
Cenevre, Basle, Schaffhausen, Rorschach
ve Neuchatel adlı İsviçre kentleriyle Lindau ve
Nümberg adlı Alman kentlerinin kartpostallarım
yayınladılar. Rorich'in Nürnberg'i Mohrentor
kapısından gösteren kartpostalı, halen
dünyanın bugüne ulaşan "en eski" kartpostalıdır.
Gerçi bazı koleksiyoncuların ellerinde,
Fransa-Prusya savaşında savaş alanlarını gösteren
bazı kartpostallar vardır ama bunlar çizim
olduklarından gerçek kartpostal olarak
kabul edilemezler. Bu tür çizgi-kartların İngiltere'de
ortaya çıkışı, 1894 yılında oldu. Gerçek
fotoğrafla basılan ilk İngiliz kartpostalı ise
1899 yılında yayınlandı.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İngiltere'de, üzerinde gerçek bir fotoğraf bulunan ilk kartpos
tal, 1889 yılında basıldı.
1894 yılında, İngiltere'de basılan kartpostalların üzerinde, ette
çizilmiş manzaralar yer alıyordu. Fotoğrafta görülen örnek,
bugüne ulaşabilmiş en eski illüstre kartpostaldır.
MANZARA ÇİZİMLİ
İLK KARTPOSTAL
Almanya'da basılan ve "Gruss aus" adıyla
yaygınlaşan kartlar, bu türün bilinen ilk örnekleridir.
Üzerinde 6 Temmuz 1889 damgası
bulunan ve Schwarzwalde Gölü'nün bir
görüntüsünü çizgi-resimle yansıtan kartpostal,
günümüze kadar uzanmıştır.
Doğal renkleri taşıyan ilk renkli kartpostal
da Almanya'da basıldı. Prof. Miethe'nin
"Naturfarbenphotographie" tekniğiyle Rotophot
Co.firması tarafından basılan bu kartpostalların
bilinen en eski örneğinde, adı
belirtilmeyen bir köyün fotoğrafı vardır ve 16
Ekim 1904 günü Hamburg'dan postalanmıştır.
Sanat eserlerinin röprodüksiyonları ilk
kartpostallar ise, büyük olasılıkla 1889 yılında
İtalya'da basıldı. Günümüze değin ulaşabilen
en eski örnek, 1891 yılının damgasını
taşıyor ve Rafael'in "Madonna della
Seggiola" adlı tablosunu aktarıyor.
îiî
http://groups.google.com/group/merakediyorum
C.H. Lowe-Wilde'a verildi. İlk helikopter
ehliyetini ise yine İngiliz Kraliyet Havacılık
Kulübü'den 14 Mart 1947 günü Reginald Brie
aldı.
İLK PLASTİK
"Parkesin" adıyla, nitroselüloz, kâfur ve alkolün
karışımıyla Birmingham kentinde Alexander
Parkes tarafından yapıldı. Üretimine
ise Londra'da, 1866 yılında Parkes tarafından
kurulan Parkesine Co. adlı şirket tarafından
başlandı. Bulucusuna göre, bu ilk plastik,
"gerçekten harika" bir maddeydi. Madalya,
düğme, tarak, bıçak sapı, kart kutusu, kitap
kılıfı, kalemlik gibi çok sayıda ve gerekli eşyaların
yapımı hem kolay, hem de kaliteli hale
gelmişti. Tüm bu çeşitlerle birlikte, plastik
kapı kolu ve aynalar, 1862 yılında yapılan
uluslararası sergide tanıtıldı. Bu termoplastik
maddenin bir benzerinin patenti de 15 Haziran
1869 günü New York'ta John Wesley tarafından
alındı. Wesley, bulduğu plastiğe
"selüloid" adını verdi.
İLK PLASTİK CERRAHİ AMELİYATI
23 Ekim 1814 günü, İngiltere'nin Chelsea kentinde
York Hospital'de yapıldı. İngiliz Ordusu'ndan
bir subay, cıva zehirlenmesi sonucu
burnunu kaybetmişti. Doktor Joseph Constantine
Carpue, kendisine alın derisinden yeni
bir burun yaptı. Carpue'nin yöntemi, 1794
yılının Ekim ayında yayınlanan "Gentleman's
Magazine" adlı dergide çıkan bir makaleye
dayanıyordu. Bu makaleye göre, bir İngiliz subayı,
Hindistan'da tutsak düştüğünde, yerliler
kendisinin burnunu kesmişlerdi. Bu subayın
alın derisi yüzülerek burnunun üzerine
indirilmiş, sonra gerektiği kadarından yeni bir
burun yapılmıştı. Plastik cerrahinin bu türü
Hindistan'da 5. yüzyıldan beri biliniyordu.
Özellikle Coomalar Aşireti, bu konuda uzmanlaşmıştı.
Dr. Carpue, onların tekniğini,
burun deliklerini birbirinden ayıran yapay bir
kıkırdak üreterek geliştirmişti.
Plastik cerrahi, en büyük gelişimini I.
Dünya Savaşı yıllarında gösterdi. Yalnız İngiliz
Ordusu'ndan 11 bin kişi, bu yeni gelişen
yöntemle tedavi edildi. Plastik cerrahi için ilk
birim, Sir William Arbuthnot-Lane tarafından,
Cambridge Askeri Hastanesi'nde, 1916
yılında açıldı. Bir yıl sonra da Kent'te, Yeni
Zelandalı cerrah Sir Harold Gillies yönetiminde
ilk plastik cerrahi hastanesi hizmete girdi.
İLK OYUN KÂĞIDI
10. yüzyılda Çin'de geliştirildi. Bu kartlar, bil-
192
diğimiz zarların kâğıt üzerine uyarlanmış bir
biçimiydi. Daha sonra yine Çinliler, ürettikleri
başka kartlarla, değişik kart oyunları buldular.
Bu oyunların çoğu, para ile oynanıyordu.
Tu-shu-chi-c'eng Ansiklopedisi'nin altıncı
cildinde şu şekilde bir bölüm vardır:
"Liao Hanedanı'nın tarihine göre, İmparator
Mu Tsung, Ying-li döneminin 19. yılında
(M.S. 969), bakanlarım etrafına toplayarak
onlara şu konuşmayı yaptı: Bir zamanlar dük
Ch'ien'in evinde kâğıt oyunları oynanıyordu.
Bir süre sonra, oyunda çıkan bir anlaşmazlık
sonucu, Siao-ho, onu öldürdü. Sonra felaket,
felaketi izledi. Şimdi görüyorum ki, bugünün
hocaları ve devlet görevlileri, ellerinden oyun
kâğıtlarını düşürmüyorlar. O büyük felaketten
hiç ders alınmadı mı?"
Çinlilere ait olan ve dünyanın en eski oyun
kâğıdı olarak kabul edilen bir örnek, 1905 yılında
Dr. A. von Le Coq tarafından Türkistan'da,
Turfan yöresinde Sangim Vadisi'nde
bulundu. Yanında bazı başka maddelerin incelenmesiyle,
Uygurlar döneminden kalma olduğu
anlaşıldı (11. yüzyıl). Boyu eninin üç
katı olan bir kartın arkasında, etrafında siyah
bir çerçeveyle çevrilen bir adam resmi vardı.
Avrupa'da ilk oyun kartının nereden çıktığı
kesin olarak bilinemiyor. Bu konuda yayınlanan
en eski belge, Pipozzo di Sandro adlı
bir kalyanın elyazması kitabı "Trattato del
governo della famiglia"nın satırları arasında
bulundu. 1299 yılında yazılan bu kitabın bir
bölümünde, "Eğer o parayla kâğıt oyunu oynuyorsa;
ona yaptığı şeyin kötülüğünü
anlatmalısın" deniliyor.
Bugüne ulaşabilen en eski oyun kâğıtları
ise, Fransızlara aittir. Kral 6. Charles'ın Hazine
Sorumlusu Charles Poupart, 1392 yılının
Kraliyet Envanteri'ni çıkarırken şu notu
düşmüş:
"Ressam Jacquemin Gringonneur'a, yaptığı
üç deste oyun kâğıdına karşılık olarak,
Kral hazretlerinin emriyle 60 altın verildi." Bu
kâğıtlar, Kral'ın çıldırdığı şeklinde söylentilerin
çıkmasına ve Kraliyet ailesinin kendisine
kuşkuyla bakmasına sebep olmuştu. "Tarot"
türü oyun kâğıtlarından 17 adedi halen Paris'
te Ulusal Kitaplık'ta muhafaza edilmektedir.
Avrupa'nın en eski basılmış oyun kâğıtları
ise, 1841 yılında Fransız antikacı M. Henin
tarafından Lyon'da bulundu. M. Henin, satın
aldığı eski bir kitabın arasında 10 adet
oyun kâğıdına rastladı. Kahverengi bir mürekkeple
ana çizgileri basılan bu kartların iç kısımları,
sonradan renklendirilmişti. Uzmanlar
tarafından yapılan inceleme sonucu, bu kartların
1440 sıralarında Provence yöresinde basıldığı
anlaşıldı. "Piket" denilen bir oyunu
http://groups.google.com/group/merakediyorum
oynamak için yapıldıkları da kuşkusuzdu. Bu
kartlardan sekizi Britisih Museum'da, ikisi de
Cincinnati'deki ABD Oyun Kartı Üretim Şirketi'ndedir.
Arka yüzüne reklam basılan ilk oyun kartları
da, 1700 yılında Londra'da bilgin ve matematiksel
araçlar üreticisi Thomas Tuttle
tarafından yapıldı.
İLK "ÇİFT BAŞLI" OYUN KARTLARI
1813 yılında Leipzig Savaşı'nın anısına, Almanya'da
basıldı. Destedeki papazlar, savaşı
kazanan dört Müttefik ülkenin krallarını temsil
ediyordu. Valeler ise, savaş alanında orduları
yöneten mareşalleri canlandırıyordu
Damlar da kralların eşleri Pomona, Flora, Dîana
ve Ceres'ti. Çift başlı oyun kartları, 19.
yüzyılın ortalarına kadar pek az kullanıldı.
İLK JOKER
New York'ta, 1857 yılında Samuel Hart Co.
firması tarafından bir Londra kulübü için basılan
oyun kartlarının içine, ilk kez birer tane
de "joker" konuldu.
İLK HAVALI LASTİKLER
Patenti R.W. Thompson tarafından 10 Aralık
1845 günü alındı. "Araba Tekerleklerinde
Büyük Gelişme" başlığı altında tanıtılan
patent başvurusunda, ürün şöyle tanıtılıyordu:
"Ayrıca, yuvarlanabilen her cisme takılabilir."
Ertesi yılın yaz mevsiminde, Thompson'
un pnömatik (havalı) lastiklerinin kamuoyuna
ilk tanıtımı yapıldı. 22 Ağustos 1846 günlü
The Mechanic's Magazine dergisi, bu
gösteriyi şöyle anlatıyor:
"Bu hafta, parkı dolduran ziyaretçiler,
hayretler içinde kaldılar. Bir arabaya yeni bulunmuş
tekerlekler takılmıştı. Araba hareket
ediyordu ama, tekerleklerden çıt çıkmıyordu.
Gözünüzü kapatırsanız, arabanın yürüdüğünü
katiyen anlayamazdınız. Ayrıca bu yeni tip
tekerlekler, arabanın hareketini de çok kolaylaştırmıştı.
Üstelik çok dayanıklıydılar. Yaklaşık
100 mil yol üzerinde deneme yapıldı. Bu
yolların bazılarında demir tekerlekler bile hasar
görebilirdi. Ama yeni tip havalı lastik tekerlekler,
yüz mil sonra bakıldıklarında ilk
günkü gibiydiler."
Gerçekten de lastik tekerlekler en ağır
araçlarda bile denendi ve demir tekerleklere
oranla, düz yolda yüzde 60, bozuk yolda yüzde
30 çekiş üstünlüğü sağladığı görüldü.
1847 baharında, The Mechanic's Magazine,
Whitehurst and Co. şirketinin Thompson'
la havalı lastik üretimi için bir anlaşma yaptığını,
üretilen ilk lastiklerin, şirketin Oxford
Caddesi'ndeki teşhir salonlarında sergileneceğini
duyurdu. Bu tür lastiklerin ilk müşterisi
de Guildford'dan Lord Loraine oldu. Lord
Loraine, 1 Ekim 1847 günü yerel bayi May
and Jacobs Co.'dan, 44 sterlin karşılığında
dört adet Thompson havalı tekerleği aldı ve
arabasına taktırdı. 1895 yılında bu lastikler,
bir çiftlikte çür'ümek üzereyken bulundu ve
Dunlop firması tarafından 500 sterline satın
alındı.
Karayolu ulaşımında "yeni bir çığır" açan
havalı tekerleklerin satışı, ilk yıllarda çok yavaş
gitti. Bunda, fiyatların da etkisi vardı. Zira,
tamamen el emeğiyle yapıldıkları için
havalı lastikler, hayli pahalıya mal oluyordu.
Ayrıca, 70 civata ile tekere monte edildiklerinden,
takıp çıkartması da hayli güçtü.
İLK HA VALİ BİSİKLET LASTİĞİ
Belfast'ta John Boyd Dunlop tarafından yapıldı.
Asıl mesleği "veteriner-cerrahlık" olan
Dunlop, mesleki çalışmalarında işine yarayabilecek
çeşitli araçlar yapmıştı ve bunların tümünde
de lastik kullanmıştı. Lastiği yakından
tanıyor, niteliklerini biliyordu. Bu nedenle,
lastiği "yeniden keşfetti" ve hayatında hiç bisiklete
binmemiş olmasına karşın, ilk havalı
bisiklet tekerleğini yaptı.
Dunlop'un kafasında, lastikten bisiklet tekerleği
yapmak fikri, 1887 yılında bir Ekim
sabahında doğdu. O sabah, bir yandan kahvesini
yudumlarken, bir yandan da bançede
üç tekerlekli bisikletine binen 10 yaşındaki oğlunu
gözlüyordu. Bisikletin demir tekerleklerinin
döşemede yaptığı hasarı görünce aşağı
indi ve bir hortumdan, tekerlekleri çevreleyecek
büyüklükte parçalar kesti. Bunların içini,
hava yerine su ile doldurdu ve tekerleklerin
çevresine yerleştirdi. Mutlu bir rastlantı sonucu
orada bulunan Dunlop'ların aile doktoru
Sır John Fagan, hortum parçalarının içine su
yerine hava doldurmayı önerdi. Dunlop, bu
kez ince lastikten bir boru yaptı ve bunu ahşap
tekerleklerin üzerine geçirerek futbol topunu
şişirmek için kullandıkları pompa
aracılığıyla içlerini hava ile doldurdu. Ancak
bu son çalışma, hayli zamanını almıştı. Nihayet
bir çift lastik tekerlek, ahşap contalarıyla
birlikte 28 Şubat 1888 günü küçük Johnnie'-
nin "Edlin Quadrant" marka üç tekerlekli bi-
195
http://groups.google.com/group/merakediyorum
sikletine takıldı ve çocuk büyük bir mutluluk
içinde ilk turunu attı.
1888 yılında, Dunlop, Edlin and Co, şirketinden
büyük boy bir bisiklet satın aldı ve
bunlar için ilk lastik tekerlekleri yaptı. Yeni
tekerleklerin araca kazandırdığı hızı ve kullanım
kolaylığını gören Edlin firması, veteriner
cerrahla bir anlaşma yaparak birlikte lastik tekerlek
üretimine geçtiler. 19 Aralık 1888 günü
Irish Cyclist'te yayınlanan şu ilan, yeni bir
endüstrinin doğumunu müjdeliyordu::
"Yeni havalı lastiklerimizi mutlaka deneyin.
Bu tekerleklerle titreşim sorunu ortadan
kalktı. Yetkili satıcı: W. Edlin ve Ortaklan.
Garfield Caddesi, Belfast."
Üretimin başlamasından sonraki bir yıl
içinde 50 adet lastik tekerlekli bisiklet satıldı.
Bundan cesaret alan Dunlop, kendi hesabına
üretime geçmeye karar verdi. 18 Kasım 1889'
da, The Pheumatic Tyre and Booth's Cycle
Agency Ltd. adında bir şirket kurdu ve yeni
yıla çok az bir süre kala, Dublin yakınlarındaki
ilk küçük fabrikasını hizmete açtı.
İLK HAVALI OTOMOBİL LASTİĞİ
Parisli lastik yapımcısı Edouard Michelin tarafından
yapılan dört adet ilk havalı otomobil
lastiği, 4 beygir gücündeki Peugeot marka
otomobile takıldı ve Michelin bu arabayla 11
Haziran 1895 günü Paris-Bordeaux Yarışı'na
katıldı. Gerçi 1200 kilometrelik yarış sırasında
22 kez lastik değiştirmek zorunda kaldı
ama, yine de saatte ortalama 25 kilometre yaparak,
19 yarışmacı arasında dokuzuncu oldu.
Her tekerlek, 20 bijonla monte edilmişti.
HA VALİ LASTİK KULLANAN
İLK OTOBÜS
Paris'te yapılan 2 bin 250 kiloluk De Dion-
Bouton marka buharlı otobüse, 1900 yılında
4.5 inçlik Michelin lastik tekerlekleri takıldı.
Bu, aynı zamanda lastik tekerlekler üzerinde
yol alan ilk ağır vasıta oldu.
HAVALI LASTİK KULLANAN
İLK YÜK ARACI
1.5 ton ağırlığındaki Alman yapısı Daimler
marka benzinli kamyona 1902 yılının Temmuz
ayında Dunlop havalı lastikleri takıldı. 8 beygir
gücündeki kamyon, Dunlop'un Clenkenwell
Road'daki deposundan Londra'ya lastik
stoklarını taşımak için kullanıldı. 1920'li yıl-
194
İLK POLİS ARABASI
İngiltere'de, motorlu bir aracın polisin hizmetine
girmesi ilk kez 1899 yılının Nisan ayında
gerçekleşti. Northamptonshire Karakolu'nun
görevlilerinden Çavuş McLeod, kentte bulunan
"Barnum and Bailey Sirk"nin gösterileri
için sahte bilet satan bir adamın peşine düştü.
Sahtekârı yakalamakta güçlük çekeceğini
anlayınca, Jack Harrison adında birine ait
olan Benz marka aracı ödünç aldı. Uzun bir
kovalamaca sonunda, zanlıyı, Harpole ile Flore
arasında ele geçirmeyi başardı. Olayı okurlarına
nakleden Autocar dergisi, "Araba
öylesine hızla gidiyordu ki, eğer Çavuş McLeod
direksiyonda değil de yolun kenarında olsaydı,
mutlaka durdurup cezayı basardı" diye
yazdı.
Sürekli olarak polis tarafından kulanılmak
üzere satın alınan ilk araç, bir Stanley Steamer
idi. Boston Emniyet Müdürlüğü tarafından
1903 yazında hizmete kondu ve Back Bay
yöresinde devriye görevi yapan dört atın yerini
aldı. Automobile dergisinin, hız limitini
aşanların yakalanabilmesi için polisin elinde
çok daha hızlı araçlar bulunması gerektiği yolundaki
bir yazısı, 1905 yılının Haziran ayında
okurlara ulaştığında, St. Louis Emniyet
Müdürlüğü, bir trafik ekibinin altına bu nitelikteki
bir aracı çoktan vermiş bulunuyordu.
Suçlularla mücadele etmek amacıyla polis
tarafından kullanılan ilk araçlar olan iki
adet "Crossley", 1920 yılının Eylül ayında İngiliz
polisinin "Uçan Birlikler" denilen bölümünde
hizmete girdi. Bir yıl sonra bu araçlara
telsiz takıldı. Telsizlerin çok uzun olan antenleri,
arabanın tavanından uzanıyordu. Elle kumanda
edilen bu antenler, gerektiğinde içeri
de alınabiliyordu. Sürekli olarak değişik kisveler
altında faaliyet gösteren iki Crossley, yeraltındaki
dünyanın "korkulu rüyası" haline
gelmişti.
lara gelinceye değin, havalı tekerleklerle yol
alan kamyonların sayısı çok sınırlı kaldı.
HA VALİ LASTİK TAKILAN İLK UÇAK
Romanya doğumlu havacı Trajan Vuia tarafından
yapılan "Vuia I" adlı uçağa, havalı lastik
tekerlekler takıldı ve ilk deneme, 3 Mart
1906 günü Fransa'nın Montesson yöresinde
yapıldı. Yeni tekerleklerin sağladığı kolaylıkla,
Vuia I, yerde o güne kadar havada bile alamadığı
kadar yol aldı. Bu uçağın yeni lastik
tekerlekleri ile yaptığı en uzun uçuş, 24 kilometre
sonra Vuia Fin yere çakılmasıyla sona
erdi.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
1920 yılının Eylül ayında hizmete giren telsizli ilk polis arabasının
tepesinde, dev bir anten bulunuyordu. Suçluların izlenmesi
için her gün değişik bir kılığa giren bu arabanın telsizi,
gerektiğinde çıkarılıyordu.
İLK POLİS DEDEKTİFİ
Fransız Eugene François Vidoeq'tur. 1775 yılında
Arras'ta doğan Vidocq, takma diş
çaldığı için daha öğrencilik yıllarında hapishaneyle
tanıştı. Banders adlı bu hapishane aynı
zamanda delilerin tedavi edildiği bir
bakımevi niteliğindeydi. Cezasını bitirdikten
sonra Fransız Ordusu'na girdi. Ama çok geçmeden
birliğinden kaçarak o zaman Fransa'
nın can düşmanı olan Avusturya Ordusu'nun
saflarına katıldı. Bir süre sonra aradan da sıkıldı
ve firar etti. Birkaç gün sonra kendini yeniden
cezaevinde buldu. Lille Goal Hapishanesi'ni
basarak suçluların serbest bırakılmasını
sağlamaya çalışırken yakayı ele vermiş ve
Brest Cezaevi'ne tıkılmıştı.
Vidocq, Brest Cezaevi'nden üç kez kaçtı.
İkisinde zincire vurulmuş olarak geri getirildi.
Üçüncü yakalanışında, Paris polisinin önde
gelen isimlerinden M. Henry'ye yaklaşarak,
Brest'e atılmamak koşuluyla polis hesabına
çalışmayı ve muhbirlik yapmayı önerdi. Yeraltı
dünyasını Vidocq kadar tanıyan çok az
insan vardı. Bu nedenle M. Henry, bu önerinin
kıymetini bildi. Gerekli emirleri vererek,
Vidocq'un Brest yerine La Force Gaol'e gönderilmesini
sağladı. Vidocq, cezasının geri kalanını
burada mahkûmların kaçış planlarını
195
http://groups.google.com/group/merakediyorum
ilgililere bildirerek tamamladı. Cezaevinden
çıktıktan sonra da polisin hesabına çalışmaya
devam etti. O dönemde polise casusluk yapan
karanlık insanlar, bu hizmetlerinin karşılığında
kendi çevirdikleri işlerin görmezlikten gelinmesini
isterlerdi. Vidocq ise, tamamen
tersine hiçbir pis işe bulaşmamaya ve adının
temiz kalmasına özen gösteriyordu.
Sonunda, yeraltındaki dostları, bu özelliği
nedeniyle Vidocq!un polisin adamı olmasından
kuşkulandılar. Bu da onun gizli çalışmalarının
sonu demekti. Ama M. Henry, böylesine
bir yardımcıyı kaybetmek istemiyordu.
1812 yılında, cesur bir adım atarak, poliste
suçların önceden önlenmesi için yeni bir şube
kurdu ve "Surete" adı verilen bu örgütün başına
Vidocq'u getirdi. Böylece eski hırsız, asker
ve cezaevi kaçağı, para karşılığında tüm
mesaisini suçluların yakalanmasına ve suçların
önlenmesine ayıran ilk polis müfettişi oldu.
Sûrete'de dört kişilik bir personel vardı ve
bunların hepsi de Vidocq'un La Force Cezaevi'nde
tanıdığı arkadaşlarıydı. Bizzat kendisi
seçmişti onları. Sainte Anne Caddesi'nde
küçük bir binada üslendiler. Bu denli küçük
bir birlik, kent içindeki suç oranının büyük ölçüde
azalması, Vidocq'un kullandığı bilimsel
yöntemlerden kaynaklanıyordu. Vidocq, suçları
çeşitli başlıklar altında tasnif etmiş ve hangi
suçu kimlerin işleyebileceğini gösteren bir
"sabıkalılar dosyası" düzenlemişti. Ayrıca,
öteki tüm başarılı dedektifler gibi içgüdüsü ve
önsezisi de kendisine çok yardımcı oluyordu.
"Bir suçlunun yüzünü tümüyle görmeme gerek
yok" demişti bir keresinde, "gözlerine bakayım
yeter".
Vidocq, Surete'den emekli olduktan sonra,
dedektiflik dünyasında ikinci yeniliği yaptı ve
ilk özel dedektif bürosunu kurdu. Daha sonraki
yıllarında yoksulluğun kucağına düştü ve
1855 yılında bir yoksullar evinde öldü.
İLK POLİS KÖPEKLERİ
Özel olarak eğitilmiş köpeklerin yasaların hizmetine
ilk girmesi, İngiltere'de 8 Şubat 1816
günü Aberdeenshire'da oldu. Polis memuru
Malcolm Gillispie, bull-terrier cinsi köpeğiyle,
sahte viski imalatçılarının izine düştü. Köpeğe,
kuşkulu kişilerin bindiği atların burnunu
ısırmak öğretilmişti. Böylece atın üzerindeki
kişi yere düşüyor ve polis de onu kıskıvrak yakalıyordu.
Bu yöntemle sekiz suçlunun yakalanmasına
yardımcı olduktan sonra, aynı yılın
30 Temmuz günü, dokuzuncu avını yakalamak
üzereyken, suçlunun silahından fırlayan
196
kurşunlarla vurularak öldü.
Köpeklerin düzenli bir biçimde polisin hizmetine
girmesi ise ilk kez 1899 yılında Belçika'nın
Ghent kentinde başladı. Bu tarihten
kısa bir süre önce, Ghent polisi, köpeklerden
yalnızca gece devriyeleri sırasında yararlanmaya
başlamıştı.
İngiltere'de, bir suçlunun izini sürmek için
polis köpeğinden ilk kez 1876 yılının Nisan
ayında Blackburn polisi tarafından yararlanıldı.
Emilly Holland adlı yedi yaşında bir çocuk,
ırzına geçildikten sonra boğazı kesilerek
öldürülmüştü. Köpek, önce cesedin bulunduğu
yere götürüldü. Ama orada bir koku almak
mümkün olmadı. Daha sonra iki kuşkulu kişinin
evleri ziyaret edildi. İlk evde, köpek herhangi
bir heyecan belirtisi göstermedi. Ama,
ikinci eve gidildiğinde, çıldıracak gibi oldu.
Kayışını tutan polis memurunu zorla sürükleyerek
şöminenin yamna getirdi. Bacanın iç
kısmında, duvarın içine gömülmüş olarak çocuğun
başı bulundu. Evin sahibi William Fish,
suçunu kabul etti ve derhal tutuklandı.
İLK POLİS BİRLİĞİ
Tamamen bağımsız olarak hareket eden ilk
polis birliği, 1667 yılının Mart ayında Paris'-
te kuruldu. Böylece, yargı ve kovuşturma yetkileri
ilk kez birbirinden ayrılmış oluyordu.
Polis örgütünün başına bir teğmen getirildi ve
kendisine, kentin güvenliğinden sorumlu olduğu
bildirildi. Gabriel-Nicholas de la Reynie
adlı bu teğmen, 30 yıl Paris Emniyeti'nin başında
kaldı. Emrinde, yarı askeri nitelikte
144'ü atlı, 554 polis vardı.
Paris Polisi'ne 12 Mart 1829 günü çıkarılan
bir yasayla, ilk kez özel bir üniforma giydirildi.
Yasanın gerekçesinde şöyle
demliyordu:
"Bu üniforma, kamuoyuna kendilerini koruyan
bir gücün varlığını sürekli olarak hatırlatacaktır.
Ayrıca polisler, yapabilecekleri
herhangi bir yanlış sonucu, halkın arasında
kaybolup gidemeyecekleri için, sürekli olarak
dikkatli davranmak zorunda kalacaklardır."
GÖREV BAŞINDA ÖLDÜRÜLEN
İLK POLİS
Londra'da, metropoliten yörenin polislerinden
William Grantham, 29 Haziran 1830 gecesi
Somers Town'da devriye gezerken, iki
sarhoş İrlandalının bir kadını dövdüklerini
gördü. Kadını kurtarmak için aralarına girdiğinde,
birden kendisini yerde buldu. Kadın da
http://groups.google.com/group/merakediyorum
dahil, üçü birden zavallı polis memurunu
ölünceye kadar tekmelediler. Grantham'ın ölmeden
önce son gördüğü şey, kurtarmak istediği
kadının beynine doğru yaklaşan çizmesi
oldu.
İLK MOTOSİKLETLİ
POLİS DEVRİYESİ
New York Polisi tarafından 1905 yılında üç
araçla başlatıldı. Çok büyük yararları görülünce,
Emniyet Müdürlüğü'nün 1906 yılı bütçesine
20 yeni aracın alınması için ödenek
kondu. Los Angeles kentinde de 1911 yılında
altı kişilik motosikletli polis birliği kuruldu.
İLK KADIN POLİS
Üniforma giyen ve bir erkek meslektaşının
tüm yetkilerini taşıyan ilk kadın polis, Bayan
Alice Stebbin Wells'tir. 12 Eylül 1910 günü
Los Angeles Emniyet Müdürlüğü'nde göreve
başladı. İlk gün, kendisine bir polis rozeti, bir
ilkyardım kitabı ve yönetmelik verildi. O günlerde,
polislere, görevlerine giderken ya da bir
iz peşindeyken, taksilere ücretsiz olarak binmelerini
sağlamak üzere özel bir rozet veriliyordu.
Bayan Wells, ne zaman bir taksiye
binse, aracın şoförü tarafından kocasının rozetini
haksız yere kullanmakla suçlanıyordu.
Bu durumdan çok rahatsız olunca, durumu
âmirlerine açtı ve kendisine "kadın polis"
olduğunu gösterir özel bir rozet verilmesini istedi.
Bunun üzerine Bayan Wells için, üzerinde
"Kadın polis rozeti no. 1" yazılı bir rozet
yaptırıldı.
1850'li yıllardan beri özellikle haftalık mizah
dergilerinde bir kadının da polis olabileceği
varsayılarak çizilmiş çeşitli karikatürler
ve bu yolda uydurulmuş fıkralar yayınlanıyordu.
Bütün bunlarla koşullandırılmış olan Los
Angeles halkı, bir kadının gerçekten polis olduğuna,
üstelik tutuklama yetkisine de sahip
bulunduğuna bir türlü inanamıyordu. Ancak,
bir süre sonra Bayan Wells, modelini kendi
çizdiği polis üniformasını giymeye başlayınca,
kimse sesini çıkaramadı.
Bayan Wells'in en önemli görevleri arasında,
dans salonları.kayak salonları ve resim sergileri
gibi toplu yerlerde denetim yapmaktı.
Ayrıca, kayıp kişileri araştırmak, herhangi bir
iş için karakola gelen kadınlara yardımcı olmak
da onun görevleri içine giriyordu. Çok
geçmeden Los Angeles Emniyet Müdürlüğü
bir yönerge çıkardı. Buna göre, hiçbir genç
kız, erkek bir polis memuru tarafından sorguya
çekilemeyecekti. Bu görev, yalnızca kadınca
sıcaklıkları ve yakınlıkları ile genç
kardeşlerinin güvenlerini kazanabilecek olan
kadın polislerce yerine getirilecekti.
Bu yasanın çıkmasına olan katkısı bir yana,
Bayan Wells, kadın polislere olan gereksinimin
kabul edilmesi için gerçekten çok
yararlı oldu. Onun bu çabalan sonucu, 1916
yılında, ABD'deki kadın polislerin sayısı 17'yi
buldu.
DEVRİYE GEZEN
İLK KADIN POLİSLER
Komiser Sir Nevil Macready'nin yönetiminde,'
23 Aralık 1918 günü yayınlanan bir yönetmelikle
görevlerine başladılar. 100 polis adayı
önce 1919 yılının Şubat ayma kadar Bayan
F. Stanley'in kumandasında Peel Polis Akademisi'nde
eğitim gördüler. 100 kişilik bu birlik,
Kadın Polis Gücü'nden tamamen
bağımsızdı. Zira Sir Nevil, Kadın Polis Gücü'
nü hiç sevmiyor ve onlardan "erkeksi kadınların
üniforma giydikleri militan bir örgüt"
olarak söz ediyordu.
Sir Nevil, yeni kurduğu devriye birliğinin
gerekçesini de şöyle açıklıyordu: "Parklarda
güneşlenen hanımefendilerin ve beyefendilerin
arasında ızbandut gibi erkek polislerin devriye
gezmesi hiç de hoş olmuyor. Bu görevin
kadın memurlarca yapılması çok daha iyi."
İLK POLİTEN
1933 yılının Mart ayıda, İngiltere'nin Cheshire
kentindeki ICI laboratuvarlarında R.O. Gibson
tarafından elde edildi. Gibson, etilen ile
benzaldehidi, 170 santigrat derecede tepkimeye
soktu ve elde ettiği sonucu defterine şöyle
yazdı: "Sonuçta, tepkime kabının iç çeperini
kaplayan beyaz bir madde kalıyor." Politenin
ilk kullanımı ise, yalıtım amacıyla oldu.
1939 yılının Temmuz ayında Telegraph Construction
and Maintenanca Co. adlı şirket, bir
mil uzunluğundaki sualtı kablosunu politen
ipi ile kapladı ve Wight Adası ile Britanya
Adası arasına yerleştirdi.
İLK POP GRUBU
Vokal ve enstrümantal türde ilk vokal grubu,
"The Bluecaps"tır. ABD'nin Nashville kentinde
beş genç tarafından kurulan grupta, Dic-
197
http://groups.google.com/group/merakediyorum
kie Harrel davul, Jack Neal basgitar, Willie
Williams ritm gitar çalıyorlardı. Clif Gallup
vokalde eşlik ederken, Gene Vinvent de grubun
solistliğini yapıyordu. 1956 Haziran'ında
Capitol Plakçılık tarafından çıkarılan ilk
plaklarının bir yüzünde, "Be-Bop-a-Lula" adlı
parçalan, öteki yüzünde de "Woman Love"
adlı şarkı vardı. Birinci şarkı, Amerikan listelerini
altüst ederken, Woman Love, BBC tarafından
yasaklandı. Grubun doldurduğu
"Blujean Bob" adlı ilk uzunçalar da, aynı yıl
piyasaya çıktı. The Bluecaps, 1959 yılında
dağıldı.
İLK "EN SEVİLEN PLAKLAR"
LİSTESİ
Plak satışlarını temel alarak hazırlanan ilk liste,
4 Ocak 1936 günü, New York'ta, The Billboard
tarafından yayınlandı. Üç büyük
plakçılık şirketinin en çok satan plakları, üç
ayrı liste halinde verilmişti. 30 Aralık 1935 günü
biten haftanın sonuçlarına göre, üç listenin
ilk sıralarında şu şarkılar vardı: Joe Venuti
ve Orkestrası'nın seslendirdiği "Stop, Look
and Listen" (Colombia), Ozzia Nelson ve Orkestrası'nın
seslendirdiği "Quicker Than You
Can Say" (Brunswick), Tommy Dosey ve Orkestrası'nın
seslendirdiği "The Music Goes
Round" (RCA-Victor).
Tüm plak şirketlerinin yapıtları arasında
seçilen "İlk on" listelerinin birincisi, 14 Kasım
1952 günü İngiltere'de New Musical Express
gazetesinde yayınlandı. Liste, şu
şekildeydi:
1. "Here in My Heart", Al Martino
2. "You Belong to My Heart", Jo Stafford
3. "Somewhere Along the Way", Nat King
Cole
4. "Isle of Innisfree", Bing Crosby.
5. "Feet Up", Guy Mitchell
6. "Helf As Much". Rosemary Clooney
7. "High Noon", Frankie Laine
"Forget Me Not", Vera Lynn
8. "Sugar Bush", Doris Day ve Frankie Laine
9. "Homing Waltz", Vera Lynn
10. "Auf Wiedersehen", Vera Lynn.
İLK OTOMATİK POSTA
DAMGASI MAKİNESİ
Norveçli mucit Karl Uchermann tarafından
gerçekleştirildi. 1903 yılında Oslo'daki Krag
Maskinfabrik tesislerinde üretime başlandı.
Norveç Posta İdaresi tarafından yetki verilmiş
198
1890 'lı yıllarda Paris 'te, köpekler için bir güzellik salonu açan
Madam Ledouble, mesleğim yeterince duyurabilmek için kendisine
özel bir de "kartvizit" bastırmıştı.
kişilerce kullanılan bu makineler, gönderilen
kolinin değerini, gönderildiği postanenin adını
ve postalanış tarihini basıyordu. 15 Haziran
1903 günü hizmete giren aygıtların kullanımı,
1905 yılının Ocak ayına kadar sürdü.
Bu tür araçları sürekli olarak kullanan ilk
ülke ise, Yeni Zelanda'dır. Bu ülkede, Posta
İdaresi, aldığı bir kararla 1904 yılından itibaren
Ernest Moss tarafından patenti alınarak
üretilen otomatik damgalama makinelerinin
kullanımını başlattı.
İLK POSTA PULU
1653 yılında Paris'te hizmet veren Françoise
Velayer'e ait Petite Post'ta kullanıldı. "Billets
de Prot Paye" adı verilen bu pullar, gerçekten
bilet şeklindeydi ve postaya verilen
maddenin üzerine yapıştırılıyordu. Günümüze
kadar ulaşabilen bir örneği olmamakla birlikte,
üzerinde ödenen posta ücretinin yazılı
olduğu biliniyor. O dönemde, genellikle posta
ücreti alıcılar tarafından ödendiğinden,
"önceden ödeme" anlamına gelen pul kullanma
yöntemi pek yaygın değildi.
Posta ücretinin önceden ödendiğini simgeleyen
pulların İngiltere'de kullanılmasına 1 Nisan
1680 günü Londra'da başlandı.
O gün, William Dockwra, kendisi tarafından
çalıştırılan London Penny Post'ta, pulların
tanıtımını yaptı. Üçgen şeklindeki bu
pulların üzerinde, "ücreti önceden
ödenmiştir" kaydı vardı. Dockwra'nın el yapımı
pullarından 10 adedi, günümüze kadar
ulaşmıştır.
http://groups.google.com/group/merakediyorum
İLK KÖPEK GÜZELLİK SALONU
İngiltere'de, The Dogs' Toilet Club adı altında
Londra'nın New Bond Caddesi'nde, 1896
yılında açıldı. Dükkânın sahibi, bu girişimi
Paris'te aynı konuda birkaç yıl önce faaliyete
geçen Bayan Ledouble'den esinlenmişti.
Londra'daki güzellik salonunda, hayvanların
derilerinin tahriş edilmemesi için, banyo sırasında
sabun yerine yumurta sarısı kullanılıyordu.
Ayak tırnaklarına yapılan pedikür dışında,
isteyen "müşterilerin" dişleri de parlatılıyordu.
İLK YAPIŞKAN PULLAR
İskoçya'nın Dundee kentinde, 1834 yılının
Ağustos ayında James Chalmers tarafından
kendi matbaasında bastırıldı. Chalmers'in
amacı, posta pullarının tek tip haline getirilebileceğini
kanıtlamaktı. Önceleri hiç ilgi çekmedi.
Ancak, Rowland Hills tarafından
yapılan posta reformu önerisini tartışmak üzere
4 Aralık 1837 günü toplanan Parlamento
Seçim Komitesi'ne bastığı pullardan birkaç örnek
göndermeyi başardı. Hills tarafından hazırlanan
Posta Reformu tasarısında, pulların,
zarfların üzerine basılması öneriliyordu.
Çok geçmeden, bir mucit olarak
Chalmers' ve onun geliştirdiği pul sistemini
destekleyenlerle, Rowland Hills'in, pul baskılı
zarf buluşunu destekleyenler arasında yoğun
tartışma başladı. Ancak, bu tartışma,
hiçbir zaman iki taraftan birini tam olarak tatmin
edecek bir çözüme ulaşamadı.
YANLARI TIRTILLI İLK PUL
1854 yılının Şubat ayında çıkarılan "Penny
Red" pulunun kenarları, bugünkü örneklerinde
olduğu gibi tırtıllı idi. Bu fikrin sahibi olan
Henry Archer, ilk perfore (tırtıl yapma) makinesini
1847 yılında yapmıştı. Ama ilk denemelerinde
istediği sonucu alamadı. Çalışmalarına
devam etti ve bir yıl sonra iki pul arasında
düzenli delikler açabilen bir araç yapmayı
başardı.
1 Ocak 1850 yılında, Avustralya'da, New South Wales Postanesi
tarafından çıkarıldı. 1, 2 ve 3 penilik fiyatlar taşıyan
bu pulların üzerinde, "Sidney'den görüntüler" vardı.
İLK RESİMLİ POSTA PULU
Üzerine herhangi bir kişinin portresi yerine çeşitli
resimler basılan ilk posta pulları, üç ayrı
fiyattan satışa çıkarılan "Sidney Görüntüleri"
adlı seridir. Avustralya'da, New Southwaies
Posta İdaresi tarafından 1 Ocak 1850 günü
kullanımı başlatıldı.
İLK OTOMATİK PUL MAKİNESİ
Para atıldığı zaman belirli bir miktarda pul veren
otomatik pul makinelerinin ilki, Londra'
da Stamp Distribution Syndicate tarafından
geliştirildi ve 1891 yılının Mayıs ayında hizmete
sokuldu. Kentin çeşitli yerlerine konan
bu ilk posta pulu makinelerinde, bir peni atıldığı
zaman 64 sayfalık bir bloknot düşüyordu.
Pullar, bloknotun en arka sayfasına
iliştirilmişti. Bloknot'un içinde birkaç tane
tam sayfa ilan ile 1891 yılının takvimi vardı.
Yapım masrafları, içindeki ilanların geliri ile
fazlasıyla karşılandığından, bloknotlar, ücretsiz
olarak dağıtılıyordu. Pulların üzerindeki
Kraliçe Victoria resminin boyun kısmına pul
199
http://groups.google.com/group/merakediyorum
makinelerini yapan kuruluşun adının ilk harfleri
olan SDS rumuzu basılmıştı.
ambalajlayarak bütçelerine oldukça önemli
katkılarda bulunuyordu.
İLK UÇAK PULU İLK HAZIRLIK OKULU
İtalyan Posta İdaresi tarafından, 1917 yılında
bastırıldı. Bu 200 bin posta pulunun üzerinde,
"Esperimento Posta Aerea-Maggio
1917-Torino-Roma, Roma-Torino" sözcükleri
yazılıydı. Zira, ilk uçak postası servisi o yılın
Mayıs ayında deneme niteliğinde Roma ile Torino
kentleri arasında başlatılmıştı.
İLK POSTA KARTI
Telif hakkı 1861 yılında Philadelphia'da John
P. Charlton tarafından alındı. Charlton, daha
sonra bu hakkını hemşerisi Hyman 1.
Lipman'a devretti.Lipman'ınözel kenar süsü
ile bastırdığı posta katları, ABD Posta İdaresi'nin
posta kartını kendi tekeline aldığı 1873
yılma kadar satıldı.
Posta ücreti önceden ödenerek alman ilk
posta pulları ise 1 Ekim 1869 gününden itibaren
Avusturya Posta İdaresi tarafından Dr.
Emmanuel Herrmann'ın önerisi üzerine satışa
sunuldu. Saman renkli kartların üzerinde
posta ücretinin fiyata dahil olduğunu gösteren
pullar vardı. İlk iki ay içinde, 2 milyon 930
bin adet satılarak hak ettiği ilgiyi gördü.
İLK ANMA PULU
2 fenik değerindeki yeşil ve kızıl renkli pullar,
Alman Atıcılık Yarışması'nın 25. yıldönümü
nedeniyle 1887 yılının Temmuz ayında
Frankfurt-an-Main Privat-Brief-Verkher Posta
idaresi tarafından çıkarıldı.
İLK CİPS PATATES
1853 yılında.New York'taki Moon Lake House
Oteli'nin Kızılderili aşçısı George Crum tarafından
hazırlandı. Bir akşam, otelin restoranına
yemeğe gelen müşterilerden biri, Crum'
dan, "Fransızların ünlü patates tavasından
daha ince bir patates yemeği" istedi.
George Crum'un yaptığı cips, öylesine tutuldu
ki, kısa zaman içinde Moon Lake House'un,
özel yemeği haline geldi. Birkaç yıl
sonra, paketlenmiş cips satışı, ülkenin her yerinde
salgın haline geldi. Pek çok dargelirli
Amerikan ailesi, patatesleri evlerinde kızartıp
200
Öğrencileri, genel okullara hazırlayan ilk özel
hazırlık okulu, "Temple Grov", 1810 yılında
Rahip Dr. Pearson tarafından kuruldu.
Okulun Vikont Paalmerstone'a ait olan binası,
Mortlake ile Riclomnd Park arasındaki 80
dönümlük arazi üzerinde yer alıyordu. Okul
yöneticilerinin tanımlamasıyla, "Temple Grove'da
seminer yapan genç beyefendiler" okula
7 yaşını doldurduktan sonra geliyorlar ve 14
yaşında ayrılıyorlardı. Mezunların çoğu,
Eton'a gidiyordu.
1818 yılında kurulan bir illüstrasyondan
anlaşıldığına göre, öğrenciler, yuvarlak bir
şapka, uzun kuyruklu ceket ve beyaz pantolon
giyiyorlardı. Eğitimin temel amacı ise,
okul başöğretmeninin tabiriyle, öğrencilere
kendilerini kaba alt tabakadan ayırarak pırıl
pırıl bir beyefendi yapacak özellikleri kazandıracak
günlük çalışmalar yaptırmaktı. Bu çalışmalardan
beklenen sonucu alabilmek için
de, gerek sınıf içinde, gerekse ders dışı saatlerde,
çok sıkı bir disiplin uygulanması gerektiğine
inanılıyordu. 1830'lu yıllarda, bu
okulun yaşantısı hakkında bir fikir edinmek
için Norfolk'un ünlü ailelerinden birinin oğlu
olan H.J. Coke'un, "gizli" anı defterine
bir göz atalım:
"Günümüze, kocaman birer kaşık sülfür
ve şeker pekmezi ile başlıyorduk. Bir saat süren
ilk dersten sonra, kahvaltıya iniyor ve bir
şişe süt içiyorduk. Bu süt öylesine berraktı ki,
ona aramızda mavi gökyüzü adını takmıştık.
Yanında da bir dilim yağlı ekmek veriliyordu.
Evet, gerçekten de zaman zaman biraz yağ
oluyordu ekmek diliminin üstünde. Akşam yemeklerinde
ise bol bol pirinç vardı. Temizliğe
gelince, orada kaldığım iki yıl içinde, bir kez
olsun banyo yapmadım. Cumartesi geceleri,
hademeler yatakhanelerimize gelir, ayaklarımızı
yıkarlardı. Bir leğen dolusu suyun çevresine
on ikimizi birden oturturlar, ayaklarımızı
leğenin içine soktururlardı. Sonra da çıkarmamızı
söylerler ve sonraki grubu çağırırlardı.
Su hiç değişmediğinden, en sona kalan
arkadaşlarımız, ayaklarını sokarken gözlerini
de kapatırlardı pisliği görmemek için,"
TAŞINABİLİR İLK BASILI KİTAP
1409 yılında Kore'de basılan "Sun-tzu-shichia-
chu" adlı yapıt, taşınabilir ilk basılı kihttp://
groups.google.com/group/merakediyorum
1451-1456yıllan arasında Almanya'nın Mainz kentinde Gutenberg
tarafından basılan bu "Incir'in, her sayfasında 42
satır bulunuyordu. Renkli süslemeler, kitap basıldıktan sonra
elle yapıldı.
BASILAN İLK İNCİL
Gutenberg tarafından Almanya'nın Mainz
kentinde, 1451 ile 1456 yılları arasında basıldığına
inanılan ilk "İnci"in 48 nüshası, günümüze
kadar ulaşabilmiştir. Her sayfasında
42 satır bulunan bu İndilerden biri, halen
Fransa'da "Ulusal Kitaplıkladır. 643 sayfalık
bu yapıtın sonuna, elyazmasıyla şu not düşülmüş:
''Bu kitap, St. Stepnen Müşterek Kilisesi
Piskopos Vekiii tarafından,Efendinıiz'in 1456
yılında, Meryem Anamızın semaya çıkışı orucunda
(15 Ağustos) tertip edildi, ciltlendi Ye
saklandı. Tanrı'ya şükürler olsun. Haleluyah."
tap sayılır. "Konfiçyüs'ün Sohbetleri" adlı kitabın
bir kısmında, 1317 yılında, kalanının da
1324 yılında basıldığı yolunda bazı iddialar
-varsa da, bunlar henüz kesinlikle kanıtlanabilmiş
değildir.
Bu türde Avrupa'da basılan ilk kitap ise,
2 yapraklı "Donatus Latin Grammar" adlı
dilbilgisi kitabıdır. Her sayfasında 27 satır bulunan
bu kitabın 1451 yılında basıldığını kanıtlayan
birçok unsur vardır.
Avrupa'da basılan ve baskı tarihi kesin
olarak bilinen en eski kitap ise, "Eyn Manung
der Christenheit Widder Die Durken" adlı eserdir.
"Hıristiyanlık Âleminin Türklere Yakarışı"
nı konu alan bu kitap, Gutenberg
tarafından 1454 yılında Mainz'da basıldı. Halen
elde bulunan tek nüshasında, yalnızca altı
sayfa ile bir takvim vardır.
201
http://groups.google.com/group/merakediyorum
SAVAŞ ESİRLERİ İÇİN İLK KAMP
Fransız savaş esirlerini yerleştirmek üzere,
Huntingdonshire yakınlarında "Norman
Cross Depot" adıyla 7 Nisan 1797 günü açıldı.
O güne değin, savaş tutsakları, sivil hapishanelerde,
kalelerde ya da yüzer zindanlarda
202
tutulurlardı. Ancak, 1796 yılının sonlarında İngiltere'ye
getirilen savaş tutsaklarının sayısı o
denli arttı ki, özel bir yerleştirme alanının kurulması
zorunluluk haline geldi. 160 dönümlük
kamp, 8 bin tutsağı yerleştirmek amacıyla,
500 görevli tarafından dört aydan kısa bir süre
içinde gece-gündüz hiç durmamacasına çalışılarak
bitirildi.
Tutsaklar, ikişer katlı 16 ahşap barakaya
http://groups.google.com/group/merakediyorum
BASILAN İLK KİTAP
Günümüze kadar ulaşanlar içinde yapılan bir
değerlendirmeye göre, tarihin basılan ilk kitabı,
Buda'nın öğretilerini içeren "Diamond
Sutra"dır. Buda'nın ağzından, müridi Subhuti'ye
söylenen sözleri ve öğütleri aktarır. Tamamı
yedi sayfa olan bu kitabın altı sayfası
metin bölümüdür. Bir sayfasında ise Buda ile
müritlerini gösteren bir, 'tablo (illustrasyon)
vardır. Sayfaların ebadı 30x75 cm'dir. Ağaçtan
yapılan bir kalıpla basılan metin bölümünün
sonunda şöyle bir not vardır:
"11 Mayıs 868'de, çok saygıdeğer ebeveynlerinin
anılarını yad etmek için ücretsiz
olarak dağıtılmak üzere Wang Chieh tarafından
basılmıştır."
Yine ahşap kalıpla basılan illüstrasyonda,
Buda'nın çevresinde erkek ve kadın müritlerini
görürüz. Ayrıca, iki tane de gülümseyen
tombul kedi vardır.
Kitap, 1900 yılında Taoist bir rahip tarafından
Türkistan'da Tunhuang yöresinde Bin
Buda Mağaraları'nda bir duvarın dibinde yığılı
olarak 1300 elyazması belge arasında
bulundu.
"Diamond Sutra" adlı kitap, 868 yılında Çin'de basıldı. Yedi
sayfalık kitabın bir sayfasında, Buda'yı erkek ve kadın muritierinin
arasında gösteren bir de illüstrasyon vardı.
yerleştirildi. Her dört barakanın çevresine bir
tahta perde gerildi. Dört barakanın tam ortasına
sekizgen biçiminde bir gözetleme kulesi
yapıldı. Barakaların tümü rahatlıkla görülebilen
sekizgenin her köşesine silahlı birer muhafız
dikildi. Kampa getirilen ilk tutsaklar,
"Reunion" ve "Revolutionnaire" adlı savaş
gemilerinden alman 300 kişiydi. Onları, öteki
Fransız gemilerinden gelen tutsaklar izledi.
Aynı yılın Kasım ayında da Camperdown Muharebesi'nde
ele geçirilen Hollandalılar kampa
getirildiler.
Çok sık görülen kaçma girişimlerinin pek
azı başarıyla sonuçlanabiliyordu. Yakalanan
kaçaklar ise"Kara Delik"adı verilen bir hücreye
atılıyorlar ve günlerce orada bırakılıyorlardı.
Buradan sağ çıkabilme şansı da, ancak
kamptan kaçmayı başarabilme şansı kadardı.
203
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Tutsaklara her gün bira, et, ekmek ve tuz,
günaşırı da sebze veriliyordu. Haftada bir kez
de yağ ve peynir yeme şansına sahiptiler. Yağ
ve peynir, kampın kenarında kurulan pazardan,
mahkûmlar tarafından satın alınıyordu.
Kamp yöneticilerinin seçtiği birkaç tutsak, nöbetçiler
nezaretinde dışarı çıkıp arkadaşlarının
siparişlerini aldıktan sonra geri dönüyorlardı.
El sanatlarının dışında, kumar (1. ve 2.
Dünya savaşları sırasında kurulan esir kamp
larında da çok yaygındı), sportif faaliyetler ve
amatör tiyatroculuk, kamp sakinlerini oyalayan
başlıca unsurlardı. Kampın 1809 yılında çizilen
bir planına bakılırsa, özel bir tiyatro binası
bile vardı.
İLK ÖZEL DEDEKTİFLİK BÜROSU
"Bureaudes Renseignments au Service des Interes
Prives" adıyla 1833 yılında, Paris'te eski
emniyet görevlilerinden Eugene François
Vidocq (bkz. İlk dedektif) tarafından kuruldu.
Önceleri iyi giden işler, Vidocq'un müşterilerinden
birine saldırıp, 50 frank manevi,
60 frank da maddi tazminat ödemeye mahkûm
edilmesiyle bozuldu. Birkaç yıl sonra büro,
hükümetin yoğun baskısı üzerine kapatıldı.
İLK GENEL TUVALET
Erkekler için ilk genel tuvalet, Londra'da Fleet
Caddesi 95 numarada 2 Şubat 1852 günü hizmete
girdi. Dokuz gün sonra da Bedford Caddesi
51 numarada hanımlar için bir genel
tuvalet açıldı. "Society of Arts" adlı kuruluş
tarafından açılan tuvaletlerin fikir babaları ise,
Trafalgar Alanı'ndaki Nelson Anıtı'ın da yaptıran
Sir Samuel Morton Peto ile Noel kartlarının
bulucusu ve bir önceki yıl yapılan
Büyük Sergi'nin düzenleyicilerinden Sir Henry
Cole idi. Crystal Palace'da yapılan tuvaletlerin
ne denli önemli bir gereksinimi karşıladığını
görünce, Londra'nın en işlek caddelerine
de bu tür tuvaletler yaptırmaya karar yerdiler.
Kuşkusuz, Sir Cole ve Sir Peto, bir toplum
hizmetinin yanı sıra, kârlı bir yatırımın
da sevincim yaşıyorlardı. Zira, Crystal Palace'daki
genel tuvaletlerin 23 haftalık hasılatının
1790 sterlin olduğunu öğrenmek, onları
bu yönde bir girişim yapmaya iten en önemli
etkenlerden biri olmuştu. Peto, inşaatla bizzat
ilgilendi. En kaliteli malzemeleri seçerek,
gerçekten çok güzel görünümlü iki tuvalet yapıldı.
Bir "genel miidür"ün emrindeki iki per-
204
sonel, tuvaletlerin bakım sorumluluğunu üstlendi.
Çok geçmeden, Londra'nın orta sınıf
halkı, o güne değin büyük saygı besledikleri,
hatta biraz da korkarak baktıkları burjuvazinin
de kendilerinden farksız olduğunu anladılar.
Zira, girdikleri tuvalette, çok ünlü bir
soyluyla yanyana aynı işi yapabiliyorlardı.
Tabii, bu durum her iki kesimin de tuvaletlerden
uzak kalmasına neden oldu. Orta
sınıf halk, büyüklerle karşı karşıya gelerek,
onlara saygısızlık etmekten çekiniyor, burjuvalar
da aşağı sınıftan insanlarla en uygunsuz
yerlerde karşılaşıp onların düzeyine inmek
istemiyordu. Bunun üzerine tuvaletler,
uzun süre "işsiz" kaldı. 1852 yılının Şubat ayı
boyunca, erkekler tuvaletinin yalnızca 58 müşterisi
olmuştu. Hanımlar tuvaleti ise gerçekten
daha şanssızdı. Ay sonuna değin, topu
topu 24 hanımefendiye hizmet verebilmişti.
Üstelik bu dönemde "The Times" gazetesinde,
tuvaletleri tanıtmak üzere üç kez ilan çıkmış,
ayrıca 50 bin broşür dağıtılmıştı.
Bu başarısızlığa karşın, Londralı mühendislerden
William Haywood da, ilk yeraltı
umumi tuvaletini yaptırdı. Bu tuvaletin bir
özelliği de, hanımlarla beylere ait tuvaletlerin
yan yana iki bina şeklinde olmasıydı. Haywood,
erkekler tuvaletinin ilk müşterisi olarak bir
penilik ücreti ödedi. Bu ücret, 1971 yılına dek
Londra'daki hemen tüm umumi tuvaletler için
geçerli oldu ve belki de en istikrarlı hizmet fiyatı
olarak rekor kırdı.
Ne var ki, 19. yüzyıl Londra'sında, insanlar,
sokaklardaki tuvaletlere gitmeye çekiniyorlardı.
Bu yüzden evlerinden olabildiğince
az uzaklaşıyorlar ya da zorunlu gereksinimlerini
karşılayabilmek için ellerinden geldiğince
dişlerini sıkıyorlardı. Gerçi Crystal Palace'ın
tuvaleti iş yapıyordu ama, ne de olsa, orası kapalı
bir yerdi.
İLK HALK KİTAPLIĞI
İngiltere'de, 1608 yılında Norwich'de açıldı.
Kitaplar, Jerrom Goodwyn adlı birinin evindeki
üç odaya yerleştirildi. O dönemdeki katedral
kitaplıklarında olduğu gibi, Norwich
Halk Kitaplığı'nda da kitaplar genellikle dinsel
içerikliydi. Kitaplığa gelenlerin çoğu da din
adamlarıydı. 1772 ciltten oluşan Norwich
Halk Kitaplığı, aynı zamanda kamunun kullanımına
açılan en eski kitap koleksiyonudur.
İLK KAMUOYU YOKLAMASI
1824 yılı ABD başkanlık seçimleri nedeniyle,
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Wilmington kenti seçmenleri arasında yapıldı.
532 seçmen arasında yapılan soruşturmanın
soruçları, Harrisburg Pennsylvanian
gazetesinin 24 Temmuz 1824 tarihli sayısında
yayınlandı. Sonuçlara bakılırsa, Andrew Jackson'ın,
John Quincy Adams ve öteki iki aday
karşısında çok rahat bir zafer elde etmesi bekleniyordu.
İki şıklı herhangi bir konuda seçmenlerin
kararını öğrenmek amacına yönelik ilk kamuoyu
yoklaması, 18-28 Mart 1907 tarihleri arasında
Chicago Journal tarafından yapıldı.
Gazete, Chicago halkına, o güne değin özel
sektör tarafından yürütülen tramvay ulaşımının
belediyeye devredilip edilmemesi hakkında
ne düşündüklerini soruyordu.
Kamuoyu yoklaması, Chicagoluların yüzde
59'unun tramvay ulaşımının belediye tarafından
gerçekleştirilmesinden yana olduğunu
ortaya koydu. Konuyla ilgili olarak yapılan
resmi referandumda ise, aynı yönde oy kullananların
oram yüzde 55 olarak saptandı. Chicago
Journal, yaptığı kamuoyu araştırmasında,
yalnızca yüzde 4'lük bir yanılgıya uğramıştı.
Günümüzde en geçerli yöntem olan
"örnekleme" yöntemiyle kamuoyu yoklamasının
mucitleri, Amerikan Kamoyu Enstitüsü'nden
Dr. George Gallup, Furtune Survey'
den Elme Roper ve Crossley Poll'dan Archibald
Crossley'dir. Her üçü de, bu yöntemi
1935 yılından itibaren kulanmaya başladılar.
Ancak, Roper, Temmuz ayında otomobil sahipleri
arasında yaptığı bir soruşturma ile diğer
ikisinin önüne geçerek, örnekleme yöntemini
kullanan ilk araştırmacı oldu. Roper,
araba sahiplerine, şu soruyu soruyordu:
"Otombil sizce bir lüks mü, yoksa gereksinim
mi?" Erkeklerin yüzde 75.5'i bu soruya
"gereksinim" yanıtını verdiler.
Örnekleme yöntemi, her yaş, cinsiyet, sınıf
ve özel ilgi grubundan seçtiği temsilciler
arasında soruşturma yaptığından, hata oranı
en az olan yöntemdir.
İLK KÂĞIT
Kâğıdın bulunmasından önce insanlar, yazıları
taş levhalar, balçık kalıpları ve tahta üzerine
yazıyorlardı. Hatta, ağaç yaprakları bile,
gerektiğinde yazı yazılabilecek bir düzey olarak
kullanılabiliyordu.
M.Ö. 3500 yıllarında Mısırlılar, papirüs
kamışlarından bir tür kâğıt elde etmeyi başardılar
.Kamışların içindeki yumuşak tabaka, ince
şeritler halinde kesiliyor, birbirinin üstüne
çaprazlama olarak yerleştiriliyordu. Daha
sonra bunlar çiğnenerek düz bir tabaka haline
getiriliyordu.
M.Ö. 13. yüzyılda, deriden yapılan parşömenler
de ilk kez Mısır'da kullanıldı. Parşömen
elde etmek için, hayvanın derisi, kireç
içerisinde güzelce temizlendikten sonra, tahta
bir çerçeve içinde iyice gerilerek kurutuluyordu.
Daha sonra da, yazı yazmaya elverişli
düz bir zemin elde edinceye kadar bıçakla kazınıyordu.
Gerçi parşömenin ömrü, papirüse göre daha
uzundu ama, fazla miktarda üretimi hayli
zordu. Yine de yavaş yavaş Avrupa'ya yayıldı
ve 1500 yılına kadar, özellikle dinsel yazılar
için kullanıldı.
Kâğıt, M.Ö. 2. yüzyılda Çin'de yapıldı.
M.S. 7. yüzyıla kadar Çinliler, kâğıt yapımında
kullandıkları formülü büyük bir gizlilik
içinde sakladılar. Ancak, bu formül önce Japonların,
sonra da Arapların eline geçti. Endülüs
Emevilerinin 711 yılında İspanya'yı işgal
etmeleri üzerine Avrupa'ya geçti.
En eski kâğıt, yapımında tahta, saman ve
bez kullanılmasına karşın "bez parşömen"
olarak adlandırılıyordu. Her üç madde de iyice
dövülerek ezildikten sonra su ile karıştırılıyor,
sonra da tabakalar halinde sıkıştırılarak
kurutuluyordu.
İLK HALKLA İLİŞKİLER UZMANI
Gazetelerde ekonomi muhabirliği yapan Ivy
Ledbetter Lee, konunun önemini kavradıktan
sonra gazeteciliği bıraktı ve 1903 yılında New
York'ta bir büro açarak, kendisini "Halkla
ilişkiler uzmanı" ilan etti. İlk müşterileri arasında
bir grup politikacı, bir sirk, bir grup
banker ve hiç sevilmeyen bir isim olan Thomas
Fortune Ryan da vardı.
İLK RADAR
Alman Donanması Sinyal Araştırmaları Bölümü
Şefi Dr. Rudolph Kühnold tarafından
1933 yılının yazında ve sonbaharında geliştirildi.
Üzerinde, 600 megasaykıl frekanslı 700
W gücünde bir yansıtıcı, bir alıcı ve disk reflektörleri
vardı. Radarın ilk denemeleri, 20
Mart 1934 günü, Kiel Limanı'nda yapıldı.
Kühnold, 600 metre uzakta demirli Hesse adlı
gemiden gönderilen eko sinyallerini almayı
başardı. Bunun üzerine, Lübeck yakınlarındaki
Pelzerhaken Bahriye Araştırma Merkezi'nde,
bir radar deneme istasyonu kuruldu.
205
http://groups.google.com/group/merakediyorum
Burada, 1934 yılının Ekim ayında, donanmanın
yüksek rütbeli subaylarının önünde yapılan
bir denemede, 7 mil uzaktaki bir gemiden
gönderilen sinyaller alındı. Aynı deneme sırasında
büyük bir rastlantı sonucu, bölgeden
geçmekte olan bir deniz uçağından da sinyaller
alındı ve bu "radarla saptanan ilk uçak"
oldu. Bu başarı üzerine Alman Hükümeti, radarla
ilgili çalışmaların sürdürülmesi için 70
bin marklık ödenek ayırdı.
1935 yılının Ocak ayından itibaren, İngiltere'de
de Sir Robert Watson-Watt, radarla
ilgili çalışmalarına başladı. Çok geçmeden,
uçakların yerlerinin radyo dalgaları aracılığıyla
saptanabileceğini kanıtladı.
Radarla ilgili çalışmalar, İngilizler ve Almanlar
tarafından olduğu kadar, Fransızlar,
Japonlar ve Amerikalılar tarafından da birbirine
paralel olarak sürdürüldü. Bugün kullanılan
en son sistem gelişmiş radarların
temelinde, bütün bu uluslar tarafından atılan
harçlar vardır ve bu nedenle, hiçbir ulus, radarı
yalnızca kendisinin geliştirdiğini iddia
edemez.

0 yorum:

Yorum Gönder